30 Eylül 2010 Perşembe

Yazmak, Yaşamak, Paylaşmak...

"...tarihte "yazı icat oldu" ya hani, bence yazıyı icat eden kesinlikle bir şairdi.. artık dayanamadı ve yazıyı icat etti..." U.G.

Bir ağaca bakarsın, kaldırımda harcın arasındaki midyeye, bir filme, üzerine panzer yürüyen bir gruba, gazeteye bakarsın, aynaya bakarsın, kanserli akciğerinin rontgen filmine, prospektüse, aldığın hediyeye, falına, attığın çöpe...

Dokunursun: bir heykelin saten tenine, köpüğe, üzerinden tekerlek geçmiş bir kediye, kütüphanede tozlu ciltlere, anneannenin yüzü örtülmeden önce eline, incitme korkusuyla yeni doğmuş bebeğine, içi boş cüzdanına, çelik kapıya, silaha, bıçağın ağzına...

Koklarsın: depremden sonra sokakları, annenin pişirdiği böreği, İzmir'de yasemen kokulu bir sokağı, başkaları için sele kapılan azgın Kurbağalı Dereyi, yeni aldığın kitabı, önünden geçen bir kadının parfümünü, ustanın ter kokusunu, girdiğin fırını, seni aldattığından şüphelendiğin sevgilinin gömleğini...

Okursun, bakarsın, baktığını görür, düşünürsün, koklarsın, dokunursun, acı çekersin, mutlu olur, etkilenirsin kısacası birikirsin.
Öyle birikirsin dolarsın, dolarsın ve taşasın gelir. Paylaşmazsan biriktirdiklerine ihanet etmişsindir. O kediye, kanserden acı çeken tüm insanlara, heykeltraşa, anneannene...

Nasıl paylaşırsın? Yazarsın, çizersin, anlatırsın, vakıf kurarsın, bir manifestoya imza atarsın, köşe yazarına yorum yazarsın, filme eleştiri, bağışta bulunursun, beste yaparsın, dans edersin, mezar ziyaretine gidersin, kütüphaneye kitap bağışlarsın, kurs düzenler eğitim verirsin gönüllü, blog tutarsın, şiir yazarsın, şarkı söylersin, bir halıya ilmek atar, bir kazak örer bir motif uydurursun. Bir eser bırakırsın geriye.

Kendini ifade edersin böylece. Başkalarını kendi bilinç düzeyine yaklaştırmak, aynı acıları çekmesinler, aynı hazzı alsınlar, düşünsünler ve değişsinler diye bencilce veya sosyal sorumluluk bilinciyle içindekileri paylaşırsın. Paylaştıkça çoğalırsın. Çoğaldıkça mutluluk tarlanı çiçekler kaplar.

"Dur ve düşün!" demektir eylemin. "Hissettin mi sen de?" diye insanca sormak, düşündürtmektir. Düşündürtmemeye çalışanlara inat, ayakta kalmak için.

İnsanları Okudukları Kitaba Göre Yargılamalı mı?

Okumak soylu bir eylemdir benim gözümde. Okuyan kişiye saygım vardır hep. Ne okuduğunu sorgulamak haddime değil. Okumak iliklerine işlemişse beyin giderek eğitilir ve kişisel algı yeteneği ve isteğine göre daha kalitelisini ister çünkü.


İster çizgi roman, ister örgü kitabı, ister spor gazetesi, ister pembe dizi, ister yemek kitabı...

Niye yazdım? Korku-gerilim kitabı verdi arkadaşım. Özlemişim böyle bir tarzı. Edebi dil yok belki ama sürükleyici. Okuma zevki veriyor. "Aklımın sessiz perdesine film takıp oynatıyorum"(Orhan Pamuk). Oyuncuları kendim seçiyorum, dekor algımla şekilleniyor. Tüketme hızım bana bağlı. Bulunduğum ortamdan koparıyor. Fantastik olguları hayal dünyamı zenginleştiriyor. Bir şeyler çağrıştırıyor. Düşünmeye ve yazmaya zorluyor.

Kısacası: "Dağ başını duman almış, okuyalım arkadaşlar!"

29 Eylül 2010 Çarşamba

Sap Döner Keser Döner Kendi Mimim Bana Döner:)

Berna Sıcakdokunuşoğlu mimlemiş beni. Hem de kendi mimimle... Eh madem mimlemiş yazayım.
Ortaokul döneminde bir tuhafiye dükkanımız var. Ablamla ben hemşire ablalara toka satacağız. Kız tokayı takıp aynaya baktı. "Çok seksi gösterdi" deyiverdim. Televizyondan duymuştum tabii. Tüm bayanlar ters ters bakıp, ablam sıkı bir fırça attı. Hayatımda seksle ilgili ilk kurduğum cümle ile çok utandırılmıştım.
Şimdiki aklımla ne desem olayı kurtarmazdı. Küçük yerlerde tabu bir sözcük yorgan altından başka hiç bir yere yaraşmaz. Ama şu an sorsalar demezdim. Kız seksi filan değildi aabi:))))))

B.ktan konular:))

Niye taktıysam bu b.k, s.d.k olaylarına:) Başka konu kalmadı sanki. Daha güzel şeyler var dünyada diyenler, wcden rahatlamış olarak çıkınca hayatlarında hiç dememişler mi "s.çmak gibisi var mı beee!" diye. Tiskinmeyin hemen yaw. Sıradan bi olay sonuçta. İşin komik tarafından baktığınızda ilginçleşebiliyo hatta:P
B.kla ilgili veya değil komik anılar paylaşayım dedim.
-Ben 3 yaşlarındayken ablam sokakta külah yaptığı kağıdın içine çamur doldurup, "al çikolatalı dondurma" demiş de annem son anda yakalamış.
-Ergenlik döneminde derin saygı duyduğum bayan hocamın tuvalete gittiğini düşünmek beni derinden sarsar, aklım almazdı. Yüceleştirme kötü bir şey.
-Eski işyerimdeki arkadaşımın stresli ve yoğun anlarında kafasını kazıyıp, kepeklerini yediğini görmüştüm.
-İlk işe başladığımda koskoca Baş Mühendis 16 kişilik odada gaz çıkarmış, pardon demişti. Aynı pardonu ilk duyduğum ve umarsızlığına hayret ettiğim durum ise ABD'den arkadaşıma ziyarete gelen 15 yaşındaki Jill'in kağıt oynarken gaz çıkarması olmuştu.
-Tuvalet eğitimi vermeye çalışan ablam, 3.5 yaşındaki yeğenimi bezsiz bırakınca bulaşık yıkamaktan döndüğünde kendi pisliği ile oynarken bulmuştu.
-Küçükken en sevdiği meşeyi yutmuştum ve çıkmasını beklemiş, anneme baskı yapıp çamaşır sularıyla yıkatmıştım:))
-Bir gün tam wc'ye gireceğim. İçeriden çıkan arkadaşım "Girme abi!" dedi. Anlamadım önce. Girecektim tam. "Koku gitsin" diye eklediğinde haklı olduğunu algılamıştım çoktan:P
-Askerde bölük komutanının en çok savaştığı konu tuvalet eğitimi idi. Tuvaletlerin pisliğine tahammülü yoktu. Bir gün "Yaa çocuklar bu kadar mı zor? İki deliği üstüste denk getirdiğinde bırakacaksın" diyerek son noktayı koymuştu:))
-Venedik'te parka kurulan plastik seyyar tuvaletler, iğreti durduğundan beni çok tedirgin etmişti.
-Geceleri altını ıslatan yeğenim için doktorlar her gece 12'de kaldırıp işetme yöntemini önermişler, başarılı da olmuştu. Ama bir gün... Annem yanına gittiğinde yanında uyuyan kardeşinin boncuk boncuk terlemesine anlam verememiş, sonradan büyük yeğen çiş yapmayınca, çocuğun suratına işediğini anlamıştı:))

28 Eylül 2010 Salı

Bana Pisuvar(daki Hali)ni Söyle Sana Kim Olduğunu Söyleyeyim:P


1)PİSUVARA İŞEYEMEYENLER: Utangaç, ince düşünceli ve sevimlidirler. Annelerine düşkündürler. Yaşları ilerlediği halde kocaman birer çocuk olduklarını anlarsınız. Onca boş pisuvar varken ille de kapalı wc'de sıra bekler, 2 dakikada çıkarlar. Çok utangaç olanları, büyük için girdi zannetsinler diye içeride fazla beklerken, sırada bekleyen gerçek ihtiyaç sahipleri için üzülürler. Mükemmeliyetçi yapılarıya işyerindeki işlere atlarlar.
2)PİSUVARA İŞEMEYENLER: Dindar, titiz ve tutucudurlar. Kapalı wc'ye girerken paçalarını sıvayanlar da vardır. Titiz olanları üzerine sıçramasından, kokudan tiksinirken, kapalı tuvaletin kulpunu bilekleriyle açar. El yazıları güzeldir, sorumluk sahibi ve tertiplidirler. Tuvalete sol ayaklar girmek konusunda farkındalıkları gelişmiştir. Çok okurlar.
3)KRAVATINI OMZUNA ATANLAR: Aykırı, fazla pimpirikli ve kendini beğenmişlerdir. Hem sıçrayacak/buharlaşacak idrardan çekinirler hem de özledikleri küçük arkadaşlarını görmeyi severler. Ama kravatını indirmeyi unutanları en tatlılarıdır. Ağır kanlıdırlar. İşlerini ustalıkla ama ağırdan yaparlar. Bir ağırlıkları vardır. Öncesinde ve sonrasında pisuvarın sifon butonuna basarlar.
4)PANTOLUNUN TÜM DÜĞMELERİNİ ÇÖZENLER: Bunların niye öylesi açılıp saçıldıklarını anlayabilmek olası değildir. Ya teşhircilik yada açılan bellerini, fanilarını tekrar donlarının içine sokmayı amaçladıklarını varsayıyorum. Özgüvenleri tamdır, utanmazlar. Ama arsız da değillerdir. İşleri bitince duvara dönüp pantolonlarını dizlerine indirerek seramoniyi tamamlarlar.
5)KOLUNU DUVARA YA DA SEPERATÖRE DAYAYANLAR: İzlendiklerinin farkındalardır bal gibi. İşemek eziyet verici bir şey olmalı, belki de prostatları var. Çok uzun işediklerinden, 1 dakikalık saygı duruşu gibi duvara bakar, duvarın derinliklerinden anlam çıkarırlar. Göbekli olanları baş hizasında dayanarak göbeğinin altından ufaklığı görmek için çabalar. Genelde gözlüklüdürler. İşerken gözlüklerini başlarına takan modelleri de vardır.
6)SOHBET EDENLER: Sosyaldirler. Şakacı, arsızdırlar. Liderlik özellikleri gelişmiştir. Espirili ve hızlı bir şekilde içeri dalıp, sohbetlerine devam ederler. İçerideki yabancıları yok sayacak kadar ezici varlıklarını açık bir espiri veya arkadaşlarının ufaklığı ile ilgili yorumlarla taçlandırırlar. Eğer yanlarında arkadaşı yoksa cep telefonlarıyla konuşurlar. Konuşmakla kalmayıp karşı tarafa canlı yayın yapar, eylemlerini açıklarlar. Şeffaftırlar. Öyle ki gaz çıkarmak için kendilerini zorlayıp hayvan gibi güler ve güldürürler. Espiri seviyeleri düşüktür.
7) GÜRÜLTÜCÜLER: Maceraperesttirler. Çocuksu ve dinamiktirler. Kendilerinden önce pisuvara düşmüş bir sinek, izmarit ya da naftalin tabletini hareket ettirmeye odaklanmışlardır. İşlerini de bir oyuna dönüştürdükleri zaman başarılı olurlar. Aceleci ve meraklıdırlar. Müzik kulakları vardır. Neşeli bir parçayı mırıldanarak veya ıslıkla söylerler. Dalgındırlar.
8)EN KÖŞEDEKİ PİSUVARA, YAN DÖNEREK İŞEYENLER:Korkak, paranoyak ve kincilerdir. Pisuvara işeyemeyenlerin bir üst jenerasyonudurlar. Detaycı ve içten pazarlıklıdırlar. Tuvalete girdikleri anda optimum pisuvarı bulmakta zorlanmazlar.
9) TÜKÜRENLER: Pisuvar karşısına geçince evvela tükürürler. Bu yapmak zorunda oldukları eylemi aşağılamak için geliştirdikleri bir ritüeldir. Farkında değillerdir bile. Alışkanlıklarına bağlı, klasik düşüncelidirler. Dilleri ağırdır.
10) AVCILAR: Pisuvardayken önleri hariç her yere bakarlar. Bitse de gitsek modundadırlar. Araştırmacı ve meraklıdırlar. Duvardaki yazılar, reklam panoları, yandaki pencere hemen ilgilerini çeker. Tanıdık gözlerle kesişmeye çalışır "naber?" gibi bakış atarlar.

Bayram Değil Seyran Değil Karamel Bu Filmi Niye Sevdi?



Evet sanatsal değil, ticari bir başarı filan diyeceksiniz ama, Ghost (Hayalet) filmini defalarca izleyebilirim. İstediğiniz kulpu takın bana ama ben de sizi o filmi sevmemin gerekçelerini yazabilirim.


1-Kolayca empati yapabildiğim için.


2-Fantastik bir film olduğu için.


3-Dramatik bir film olduğu için.


4-Romantik bir film olduğu için.


5-Komik bir film olduğu için.


6-Gerilimli bir film olduğu için.


7-Erotik bir film olduğu için.


8-Mükemmel bir senaryoya sahip olduğu için.


9-İyi oyunculuk barındıran bir film olduğu için.


10-Unutulmaz bir müziği olduğu için.


11-Patrick'in bakışları, Demi'nin duru güzelliği, Whoopi'nin çizdiği karakter, için.


12-Parayı sürme, trenden geçme, çamurlu sevişme gibi unutulmaz sahneleri olduğu için.


13-Bunların hepsini birden barındırabilen ender filmlerden olduğu için.

Hayatı Bekletemem Ama Biriktirebilirim Senin İçin.


Hayatı bekletemem senin için ama biriktirebilirim.

Yaptığım şey ayna tutmak olabilir –en fazla- içine. Saf sevgiyi okuyabilmek de marifet bu kirlilikte. Işığınla parlıyor kelimeler balçıkta. Alıp diziyorum porte çizgisine.

İçinde yüzdüğümüz kirli denizden silkinerek çıkma vaktidir. Ama cesaret bizi boş bir sandalda küreksiz unutmuştur. Ellerimizle çabalamaktan başka yoktur çaremiz. Ellerimiz ki öğrenir kötüyü erkenden, utanmadan kendinden. Onlar ki günaha ilk uzanan.

Hayatı süsleyemem senin için balçık güneşle sıvanamadığından ne yazık. Süsleyemem ama can üfleyebilirim ruhuna cansuyu verir gibi. Yağdığım toprak ne kadar çatlaksa ve açsa sevgiye öyle filizlenir çünkü güçlü mü güçlü.
Hayatı bekletemem ama seyirci de kalamam ya. Çelme takabilirim. Sebepsiz bir iyilik yaparım mesela. Aklı şaşar feleğin. Yeri yok çünkü artık sebepsiz iyiliğin.

Vah ki ne vah sayın Tamagoçiler:((

“Sevişmeden 3 ay cephede nasıl durduğumuzu soruyorlar. Belki bu kulağa aptalca gelebilir, ama savaşmak seksten daha güzel” derken, bir başka asker ise, “Düşmanınıza odaklandığınız an çok heyecan verici, özellikle de nişan alıp onu vurduktan sonra o ilk kanın etrafa saçılma anını yavaş çekimde yaşanıyormuş gibi hissediyorsunuz. Şansınız yaver giderse de, bana bu sene olduğu gibi, bir Taliban askerini boynundan vurup ardından sevinç nidaları atıyorsunuz” dedi.

Afganistan’da görevli Norveçli askerlerin, Norveç’te yayınlanan erkek dergisi “Alpha”ya verdikleri röportajdan...

Gulü Gulü Kabaramaz Yaaa...



Erkekler... Kocaman kof gölgelerini sürüyerek giden erkekler diyorum, dişisini görünce kabaran tavus kuşları gibi tüylerini gagalarıyla kabartan/abartan erkekler... Gölgelerinin -ya da zırhlarının- kalınlığı belli olmasın diye cüzdanlarını, markalarını, arabalarını parlatan, şarlatan erkeklerden bahsediyorum. Özgüven eksikliklerinin üstüne kat kat yama yapan erkekler, son model bir arabaya yaslanarak poz vererek hedef şaşırtmayı iyi bilirler.



Arabalar(arpalar) çünkü, aparılmış kocaman laf baloncuklarıyla süslü ağızlarından salyalarını akıtarak piliçlere serpilmiş yemleridir. Çünkü bu bir sistem sorunudur. Az gelişmişliğin getirdiği açgözlülük, aşağılık kompleksi ve görgüsüzlüğü tezahürüdür. Bilgisizlik ve daha da kötüsü öğrenme isteksizliğinin getirdiği, amaçlarla araçların karıştığı kirlilikten çıkarılmış yanlış bir sonuçtur. Ne yazıktır ki bu tehlikeli ve yanlış oyunun içine çekilmiştir yeni nesil karşı cins. Çünkü bu sistemli bir propagandanın ürünüdür. Tek kanallı kapalı devre bir iletişim(sizlik) sürecinde bekletilen bir neslin, birden bire dünyaya açılıp yanlış modelleme ile gözlerinin bağlanması ve hipnotize edilerek, yanlış değerlere güdümlenmesidir.

Sistem, yanlış değerlere endekslenerek, kitlelerin yönetilmesi kolaylaştırılmalıdır ki dünya ticareti ve gizli çıkarlar, "çılgın su" yatağından şaşmasın.

Arabasına dayanarak poz veren erkeklere kızma Berna. Onlara kananlara da... Böyle buyuruyor kapitalist düzen!





27 Eylül 2010 Pazartesi

okullar açıldı







Transparamaparça aşklar ve köpekler

Ne anlıyorsam bu şeffaflıktan... Herşeyimi herkese anlatıyorum bok var gibi. Biraz da kendine bişey sakla di mi? Yok. İlla göstericeem donumu:P Haa? Neyy? Yok size demedim kendimle konuşuyorum. Bu blogu bi'log'macık kendimi gizlemek için açtığımı unutuyorum. İlk zamanlar noktam ve virgülüm bile yoktu. Millet anlıycaam diye k.çını yırtardı. Şimdi? Düzgün kurallı cümleler, cicili bicili konular, komik resimler... Blog tutmanın ana kurallarından biri oysa gizlilik. Bu sayede daha özgür ve rahat konuşabiliyorsun. O zaman özgün olabiliyorsun. Ama yakın çevreme söylemeye başladım bu blogu. Şimdi bööle mel mel bakışıyoz blogla. Ne yazsam diye...

Blogun hası gizemli olan, şööle rüzgara karşı pardüsesini savura savura cigara içer gibi. Ben napıyorum? Sanki amele pazarında cigara tüttürüyorum kader arkadaşlarımla. Ya da mariyuana çeviriyos sanki:P

Ama görürsünüz siz neler neler yazacağım. Ne korkucam be? Şeffalık ayrı transparan ayrı. Acuk transparan olucam. Ten rengi astar olacak içinde ama siz uzaktan şeffaf sanacaksınız. Nihoha! Nevet! Yapacağım bunu. Ben ki canı sıkılan adamım, canım sıkıldı mı her şeyi yaparım. Sanat için soyunabilirim hatta. Sanat ve sanatçının dostu CSA. Başka transparan soyunmak isteyen?

24 Eylül 2010 Cuma

Ana bi tek ben bilmiyomuşum!

Beklemekte olduğun şey, Ancak onu beklemeyi unuttuğunda gerçekleşir. Bu evrenin ''sen bakarken soyunamıyorum'' deme şeklidir... Küçük İskender(e aitmiş bu laf, bi de google'a bakıverdiydim...)
E günün sözü olsun artık bu.

21 Eylül 2010 Salı

Mimliyorum-TOSUN MİMİ


Mim dalgası başlatıyorum. İlla birinden mim gelmesi mi gerekir kardeşim? Benim de ilk mimi çıkaranlar kadar aklım var.

Mim'in adı Tosun Mimi. (Gürdal Tosun'u da rahmetle anmış oluruz) Şöyle işliyor. Benim mimlememe gerek kalmadan okuyan mimleniyor. Mesela, Aslı, King, Bad-ı Saba, Homeless, Sena ve B.'nin beni okuduğunu biliyorum. Saklanmayın bakiim. Aşağıdaki soruları cevaplayıp, en alta soruyu ekleyerek siz de mimleyin. Gürdal Tosun'u da eklerseniz bi logomuz olmuş olur:)

"Hayatınızda en utandığınız an konusunda düşünün ve bizimle paylaşın.

Şimdiki aklın olsa yine utanır mıydın?

O olayı avantaja çevirebilme pratikliğin olsaydı ne yapardın?

Bunu yazan TOSUN okuyanaaaaaaaaaaaaa mimi cevaplamak icap ediiiy"

15 Eylül 2010 Çarşamba

ÖTEKİLEŞTİRME ÜZERİNE...


Küçükken "arap görünce kolunu çimcirirdin arkadaşının" O'na çaktırmadan. Bu bir rüya olmadığına inandırmaktı -en fazla- kendini ve yanındakini. Oysa ötekileştirmek, kötücül bir eylem. Ötekileştirmek, anlamakta zorluk çektiğin, nedenini araştırma gereği duymadığın kişiyi etiketlemek, tukaka yapıp aşağılamak, işin kolayına kaçmak. Ötekileştirmenin sonrası bu kolaycılığın sınırlarını zorlarsa ölüm olur, zulüm olur. Allahın adı sevginin son kertesinde kanata kanata etine kazınırsa Oğuz Ataklar öldürülür. Ötekileştirilen özne "ib.." olur.

14 Eylül 2010 Salı

Çıplak Denize Girdim Sevgili Tamagoşilerim





Günler ne çabuk geçiyor değil mi? Bunu uzun süre bloguma post girmeyince anlıyorum. (Bendeki anlayış anca bu kadar napiim) E yeni bir şey yazmayınca sevgili tamagoşilerim gözden düşüyorum. Nerde o bir günde 100-150 kişinin ziyaret ettiği, kolunya şeker verdiğim günler. Ne yazsam okunmuyor. Ne yazsam ilgi çekmiyor. Onu bırak dün soru sordum kimse cevap bile yazmadı. Acaba ilgiyi arttırmak için ne yapmalıyım?



Komik yazsam olmuyor, edebi yazsam olmuyor. İçimden geldiği gibi yazayım bari. Pek daldan dala olacak ama yazayım ananas satayım. (Küfür ediceem sandınız di mi?)



Bayramda Bozcaada'da çıplak denize girdim. (http://ciplak-denize-girmek.istiyor.us/ diye bi site varmış aman yalebbim) Hatta 2 gün hiç duş da almadım. Küçükken arkadaşım konserde yanağımdan falan sanatçı öptü 3 gün yıkamadım demişti. Garip gelmişti.



Küçükken dedim de ben küçükken 5 sene denize girmem yasak olduğu halde 2 kere denize düştüm, bir kere de deniz anası ile zehirlendim. Anlatayım. O sene Ege'yi zehirli denizanaları sarmıştı. Deniz gözlüğü ile toplayıp kıyıya çıkarıyorduk. O gözlüğe zehirlerini salgılayacakları aklıma gelmediğinden bi ara iskeleden yatıp gözlükle denize bakayım dedim ve gözlüğün kenarları yüzümü yaktı.


Yaktı dedim de bi gün anneannemin sobasının minicik penceresinden kuru çam dallarını sokup yakıyorum. Dal parmağımı yakınca elimden attım, muşambaya düşüp yanmaya devam etti. Anneannemden sıkı dayak yemiştim.


Küçükken bacaklarımda annem 3-4 oklava kırmıştır. Olay genelde şöyle cereyan ederdi. Ablamla biz azıp birbirimizle kavga eder, birbirimize karşılıklı olarak manyak-salak-köpek-eşek-öküz-maymun deyip de hırsımızı alamazsak, anneme şikayet etmekte bulurduk çareyi. Sonra karşılıklı blöfler başlardı. Anneme onu söylersen, ben de bunu söylerim filan. Anneme kim gitse anne kızına/oğluna bişii söyle şunu yaptı diye. Git getir şu oklavayı derdi. Küçük bir zafer kazandığını sanan bizler oklava gelince ikimiz birden yerdik dayağı:)


Ne de olsa dayak cennetten çıkma, cennet de anaların ayağı altındadır değil mi sayın seyirciler?

13 Eylül 2010 Pazartesi

Sapık fotoğraflar

Bayram geçti gitti. Bayram değil seyran değil, eniştem bu sapık fotoğrafı neden koydu diyeceksiniz. Bu bir test: bu fotoğrafa bakınca sevişen 2 kişiyi gören kaç kişi var merak ediyorum. Önce yorum kısmına görüp görmediğinizi yazın sonra fotoğrafın orijinaline bakın. Fotoğrafın ne kadar sapık olduğunu anlamak için öküzün önde gideni 'nin yazısına ve kullandığı fotoğrafa şuradan bakabilirsiniz.

3 Eylül 2010 Cuma

Magazin nedir?

Magazin, insanın doğal "merak ve dedikodu" güdülerinin uzantısıdır. Özü itibariyle bulaşıcı bir alışkanlık değil, doğal ve içten gelen öğrenilmemiş, içgüdüsel bir dürtüdür. Psikolojik bir ihtiyaç olduğu kadar, sosyal bir olgu, öğrenme yeteneğimizin de bir sonucudur. Kırsal yerlerde köyün sakinleri, kasabalarda komşular, kentlerde sanat ve sosyete çevresi, ülkelerde siyasi kimlikler takip edilerek haklarında yorum yapılır. Televizyonun her eve girmesi, iletişim araçlarının yaygınlaşması ile magazin daha da gündeme yerleşmiştir.

Meraka dayanması nedeniyle, bugünün değil tüm zamanların alışkanlığıdır. Yakın çevrenizdeki eski insanları düşünün, onlar bile illa sokaktan geçenleri görebilecekleri bir pencere arkasında oturmayı yeğlerler. Eğer balkonu yoksa, pencere manzaralı değilse anahtar deliğine ve yan duvardan gelen seslere yönelirler.

Günümüzde psikolojik ve sosyolojik etkisini iyi bilen medya sektörü bu güdüyü kullanarak ticari kazanç elde etmeye, gündem değişikliği işine gelen çevreler de magazine prim verme yoluna gitmektedirler.

Hemen herşey kolaylıkla magazinleştirilebilir. Magazinel konu veya şahıs diye bir şey yoktur. Magazin yapmanın, magazini konuşmanın eğitimle de alakası yoktur. Statüsü ne olursa olsun ne kadar medenileşirse medenileşsin her insan magazine yatkındır. Olayları magazinleştirerek anlatmak öğrenmeyi ve akılda kalmayı da kolaylaştırdığından, profesyonel eğitimciler bile sıkıcı ve bilimsel konuşma metinlerini anlatırken magazinden yararlanır. Üstelik katılım artarak, odaklanma kolaylaşır. Profesyonel eğitimciler kadar en kurumsal şirketlerde bile üst düzey yöneticiler magazinle toplantılarına başlar ya da bitirir. O ana kadar dut yemiş gibi susan bülbüller, şakımaya başlar.

Yüksek tirajlı gazeteler ne kadar ciddi olurlarsa olsunlar devamlılıklarını magazine borçludurlar. Teknolojinin gelişmesiyle sanal platformlara taşınmış olan medya, görsel malzemelerle magazinel köşeleri çoğaltmışlardır. Plaza insanları iş arasında kaçamak olarak her gün bu magazinel olaylara göz atma ihtiyacı duyar.

O güne kadar kendi sosyal konumu gereği farklı bir hayat yaşayan bir çevreyi merak edenler için diziler yapılır. Diziler, gidip görme imkanı bulamadığınız yerlerin içinde geçen olayların sizin için kapınıza getirilmesi anlamıdadır. Böylece ultralüks yaşamı olan Ziyagil ailesinin yaşam alanını, alışkanlıklarını, kıyafetlerini görme fırsatınız olur. Ya da ağalık sistemi içindeki ilişkileri gözönüne seren aşiret dizileri "primetime" tahtına yerleşir. Kendisi gibi olanı merak etmez insan çünkü. Kendi sıradanlığı içinde görme fırsatı bulamadığı olay, yer ve kişileri merak eder.

Sanatçıların özel yaşamı kamuya açık mıdır tartışmaları bitmez. Yaptıkları işler gölgede kalacak denli özel ilişkilerinin detayına girilir.

Buna karşın herkesin hemfikir olduğu bir konu vardır: "magazin ayıptır, hiç kimse magazini takip etmez". İşte burada ikiyüzlülük başlar. Çünkü magazin içgüdüseldir, kaçınılmazdır, herkes hayatında en az bir kez magazinel eylemi gerçekleştirmiştir. İyi düşünün!

Bilim Kurgu Film Nasıl Olmalı?


Bence...
1-Düşündürmeli...
"Bir film izledim ve hayatım değişti" demek için oturuyorum ekran başına her seferinde. Vizyonumu genişletmeli çarmıha gerer gibi bilimkurgu bir film. İçimdeki sessiz sinemada sonsuza dek oynamalı. Film bittiğinde içimde devam etmeli varyasyonları. I'm Legend finalini beğenmedim bu yüzden. Tıpkı Signs'ın sonu gibi. Bir eksiklik hissiyle çıkıyorsun sinemadan. Dondurması elinden alınmış çocuk gibi kalıyorsun ortada. Ama mesela Contact ve Flat Liners filmlerinden sonra öyle mi ya? Ya da Artificial Intelligente, I robot filmlerinden sonra... Oturup düşün saatlerce ya gerçek olursa... Ya da izle üstüste. Butterfly Effect gibi, The Lawnmower(Bahçıvan) gibi. Close Encounters of the Third Kind gibi gizemini sonuna dek korumalı. Sıkmamalı ama rahatsız etmeli Event Horizon gibi.
2-İnandırıcılık dozu...
İnandırıcı olmayan bilimkurgu filmi 1980lerin uyduruk video korku filmleri kadar tatsız oluyor. Yasak Bölge 9 da ABD'nin hasır altı ettiği/edeceği haltları sergilediği ve el kamerasıyla çekildiğinden inandırıcılık dozu ne kadar yüksekti. Cliverfield gibi. El kamerası gerçekten empatiyi güçlendiren bir yöntem. Yerli malı yurdun malı bu tekniği bence her yönetmen kullanmalı. Moon filmi de basit bütçesiyle kafamıza kocaman bir soru işareti takabilmeyi başarmıştı. Şaşırtabilmeli yeri geldiğinde Back To The Future gibi. Total Recall gibi kahramanın yerinde olmaya özendirmeli. Planet Apes'teki kadar ironik olmalı. Bazen My Enemy kadar basit ama duyarlı bir konuya dayanmalı. Astronout's Wife'taki gibi içine korku ve şüphe damlatmalı. Jumper gibi çocukluk düşlerimizi kışkırtmalı.
3-Efektler...
Efekt dediğin bir farklılık yaratmalı. Efekt olması şart değil. Konunun efektin önüne geçtiği filmler de var. 1984 ve Fahreneight 451 gibi. Bir derdi var çünkü bu filmlerin. Abartılı olması şart da değil. Avatar diyelim. En çok da şu havada uçuşan hayat ağacının ışıltılı-nazlı tohumları kaldı mesela aklımda. Aynı rüyayı milyonlara izletmeyi başarmalı. Matrix'teki yanılsamalar kadar karmaşık, Red Planet'teki zamanın akışını gösteren sahne gibi büyüleyici olmalı. The Cube'deki gibi kesip atmalı bir yanımızı. Dökülmeliyiz blok blok bir anda. Fifth Elements'deki gibi başka boyuta kapı açmalı.
4-Yaratıklar...
Alien elbette ürkütücü ve tiksindirici görüntüsü ile kazınmıştır içime. Minority Report'taki kamçılı robot hayvancıklar da aklımdan çıkmaz. Star Wars'tan iki sevimli robot alalım, Terminatör'den akışkan metal bir düşman, Abyss'in renk cümbüşü ve meraklı yaratığı, Jurassic Park'tan otçul bir dinazor, Godzilla'dan aç dinazor yavruları ve E.T.
5-Seriye bağlanmamalı...
Sulandırıldı mı tadı kaçabilir bazı filmlerin. Bazılarınınsa devamı gelsin istersiniz. Matrix gibi. Anlatacak derdi varsa, açtığı parantez kapanmamışsa, kendini yenilemeyecekse seri olmasının anlamı yok. Star Wars serisi ileri ve geri giderek kronolojik ve mantıklı bir öykü anlatma derdindeydi. Ya da Terminatör...

Ama Sil Baştan diyelim de aşkı katalım bilimkurguya bakalım tadından yenecek mi? Bilim kurgu illa uzayda geçecek diye bir şart yok.

Gökten 12 Monkeys düşsün biz çıkalım kerevetine.