vedam bloguma dair değil korkmayın genç bir moda fotoğrafçısının sevdiklerine insanlığa ve yarınlarına vedası/isyanı/pişmanlığı/telaşı ve dahası...
duymayı en son dilediğiniz türden bi kehanet yapışınca yakasına çaresizliğinin girdabına çekiyor ağdalamadan duygu sömürüsü yapmadan film adeta dadaist bi şiir
sanki savunma kalkanını açar gibi sevdiklerini yerleştirip uğurluyor kağıttan kayıklara bir bir
kendisi ise Jeanne Moureau/babaannesinin limanına sığınıyor cenin gibi öyle ki uykusuzluğun denizinde ondan yardım dilerken babaannesi şöyle diyor iyi ama ben çıplak yatarım, olsun ben bakmam ve öncesinde niye sadece bana söyledin öleceğini diyor sen de benim gibi ölmeye yakınsın da ondan diyor adam
adam içine içine çekiliyor salyangoz gibi ve önüne çıkan hoş bir sürpriz çaresizliğinden çekip çıkarıyor huzurla ölmenin bayrağını çekiyor gönderine
zaman zaman keskin sahnelerle tokatlıyor film homofobik kalp gözü kapalı beyinleri ama derinden derinden kusuyor acı safrasını: öleceğinizi öğrenseniz siz ne yapardınız?
oysa "dalgıç ve kelebek" filminde bambaşka bir dirim savaşına tanık oluruz, tek gözünden başka yaşamla bağı olmayan bir adamın iletişim kurma ve inanılmaz ama kitap yazma becerisi üstelik gerçek hayattan bir yansıma olan filmden öğrendiğimize göre kitabını ve aldığı ödülü göremeden ölmesi
film 2 ileri 1 geri ilerlerken üstelik adamın tek gözünden, onun içinde olmanın verdiği hazza hiç bir orgazm ulaşamaz çünkü empatinin dibini kaşıklarken ham gerçeğin acı tadını hissederiz
ilk filmde hayatın etine bir bebekle tırmak batıran ölüm ikinci anlattığım filmde bir kitap olup kaybolur sonsuzluğumuzda
ikisini de şiddetle tavsiye ederim çünkü ikisi de canevimde görsel şiir
not: Veda Vakti, François Ozon’un ölüm üçlemesi adını verdiği serinin ikinci filmi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder