20 Nisan 2010 Salı

GİZLİ HAZİNEM

-Berna'ya sevgilerimle...-

Yine zorla yatırılan öğle uykusu ve yine o can sıkıcı anlar... Uykum yok, canımı yakıyor saniyeler. Uyumasını beklemek lazım annemin. Emin olunca usulca kalkıp, gizli hazineme ulaşıyorum. Açılmasın diye annemin kağıt sıkıştırdığı Rum ustalarının işi, gomalak cilalı, oymalı, komidinin kapağını açıyorum. İşte hazine sandığım. İşte gizli ülkem. Nasıl da davetkarca pırıl pırıl parlıyor.

Şıngırdatmadan alıp yatağıma geçiyorum. Üstünde, Anadolu Hisarı'nın önünden denizle öpüşen Göksu Deresi var. Erguvanlar görünüyor arkalardan. Bakımsız yalıların şavkı vurmuş suya. Yer yer paslanmış kutu. Ama zamanında bisküvi veya çikolata kutusu olduğu anlaşılıyor. Ne yazık kokusu kalmamış. Açınca metalik bir koku yayılıyor daha çok. Bir de çam sakızı ile sabun kokusu. Çam sakızı ne için bu kutuda bilmiyorum. Ama her açtığımda bu acı sakızdan minik bi parça ısırıp ormansız bir adanın özlemini gidermeyi adet edinmiştim. Bazen tavandan sıcak havalarda damlayan budakların reçinelerini de yerdim. Sabun ise, terzilik yapan anneciğimin patron çıkarırken kullandığı körelmiş yassı çizim aleti. Bazen sıkışan çekmecenin rayına sürdüğünü de görüyorum.

İşte gerçek hazinem. Envanterini çıkarmak lazım. Tarihin yakasına yapışmış elleri bu kutunun. İliklerinden koparmış düğmelerini birbir. Şu elmas küpelere benzeyen telkari zariflikte düğmeler kimbilir hangi haminnenin. Bu sararmış inci düğmeler kimbilir kimin krem hırkasından sökülmüş. İrili ufaklı, kemik, fildişi, sedef, plastik onlarca düğme. Sürüsünü terketmiş onlarca asker. Yırtıldığı ve söküldüğü için rütbesi indirilen asker gibi bağrından kesilmiş yüzlerce gömlek düğmesi. Belki dedemin damatlık ipek gömleğinden yadigar, belki Almancı yakınlarımızın getirdiği eşek kulaklı yakaları olan pembe gömlekten. Çoğu cezalı. Çoğu yokluk görmüş, gerçek açlığa, çaresizliğe tanık olmuş.

Böğürtlen şekilli siyah düğmeler gözdelerim. Ağzıma atıyorum herzamanki gibi. Pekala küpe yapılabilir. Yanlış hesap edilerek alınmış bebek bolerosu düğmeleri pembeli, mavili, uçuk mu uçuk, pasta üstündeki yalancı şekerler gibi. Boynuza benzeyen bu sivri düğmeleri biliyorum, dayımın paltosundan kalma, hatta benim küçüklüğüden. İşte ablamın dizine kadar uzanan uzun, kalın hırkasının büyük düğmeleri. Cam göbeği, yalama şekeri gibi. Bu dört büyük gri düğme de annemin ben doğduğum sene leke olan mantosunun düğmeleri. Bu üstü kumaş kaplı paslı düğmeler, geçen seneki 23 nisanda giydiğim bahriyeli kıyafetimden. Bu armalı, sarı metal düğmeler hazinemin en nadide parçaları. Üstünde iki arslan ve çapraz iki kılıç, etrafında defne yapraklarından bir çelenk var. Napolyon düğmesi. Arkasındaki halkasından tutup sallıyorum, çiki çiki çiki çiki ötüyor. Sonra tüm düğmeler arasından dedemin kol düğmelerini koyarım ayrı bir yere. Hiç kol düğmesi takılan bir gömlek görmediğimden nasıl kullanıldığına bir anlam da veremem. Ama onları özel yapan da budur.

Pikenin üstüne büyükten küçüğe sıralıyorum. Keşke hepsi şeker olsa. Yutkunuyorum. Cinslerine göre, boylarına göre ayırıyorum. Sarı bir düğmeyi göbek yapıp, beyaz düğmelerle papatya yapıyorum. En sevmediklerim şu kara önlük düğmeleri. Öylesine sıradan ve özensiz ki, bana sıradanlığın sıkıcılığını anlatıyor.

Annemin moda dergilerinde bu düğmelerden yastıklar yapıyorlar. Bez ayakkabıların üstüne, çantalar üstüne, salopedler üstüne dikiyorlar karmakarışık, havai fişekler gibi, kuyruklu yıldız gibi... Yalvarıyorum anneme "sen de yap" diye, oralı bile olmuyor. Ona göre "ayıp herkese karşı". Fakirliğimizi tescillermiş. Oysa kimin evinde yoktur takımı bozulduğu için güzellikleri hapseden, bizden esirgeyen düğme kutusu? Neden bir örnek dikilmek zorundadır düğmeler? Neden renklenmez hayatımız? Neden beyazın üstüne siyah dikilmez mesela? Neden iddialı olmaktan korkar büyükler? Neden küçük bir kasabada gurur meselesidir düğmeler? Neden?

Bu şişman soru baloncukları büyüyüp odayı doldurduktan sonra, perde hep aynı şekilde kapanır, annem şıngırtıya uyanır, önce "körelmem üzerine" bir temenni, "büyümediğim için" bir azar, "kafamın üstüne" bir kırlent... Oyun biter ve avuç avuç tüm "taşlar" toplanır. En son dedemin kol düğmeleri konur. Onlar "şahıdır" hazinemin.

3 yorum:

B. dedi ki...

I ll be back soon. :)

Adsız dedi ki...

babanneminde vardı bi düğme kutusu. aynen bende onun uyumasını bekler sora dökerdim :)))

B. dedi ki...

Karamel.. Ne yaptın yavrum sen..

Çok dokunaklı. Dağıldım.

İyi ki hiç körelmemişsin, hassaslığını, bakmayı bilen gözünü korumuşsun.

Boğazımdaki yumru geçmedi. Saklayacağım bu yazını ben.