Bahar Karşılaması deyince önce aklıma güzel bir dönem filmi/12 Eylül olan Beynelmilel geliyor. Final sahnesindeki naif "Gülendam'ın dedesinin kefen bezi üstüne pavyon şarkıcısı kostümlerinden diktiği pankartın süzülerek yere düşüş/Haydar arkadaşın da eş zamanlı vurulma sahnesi. Ne dramatik ne güçlü sahnedir o... Yaşanan tüm acıların, tüm haksızlıkların en tumturaklı özeti gibidir.
Sonra arkadaşımın 3 sene önce söylediği kişisel saptaması geliyor: "Doğa baharın geldiğini bize beyazlarla müjdeliyor. Onu sırayla sarılar, pembeler, morlar ve kırmızılar izliyor." O bu lafı ettikten beridir dikkat ediyorum da önce papatyalar, bahar dalları, ahlat, badem ve erik ağaçları açıyor beyaz beyaz. Sonra çiğdemler, nergisler, hindibalar açıyor. Sonra şeftali ağaçları, süs kirazları, elma ağaçları açıyor pembe pembe. Derken sahneyi erguvanlar, yılanotları, ebegümeçleri, leylaklar, unutmabeniler, ortancalar ve morsalkımlar alıyor. Ve en son gelincikler ve anemonlar, ateşçiçekleri ve acemboruları, sardunyalar kıpkırmızı boyuyor tepeleri... Tepe dediğim İstanbul için iki üç yerde kalmış kavşak sırtı...
Bugün morsalkımları gördüm de yazmak geldi içimden. Acımasız bir dikenli teli olanca anaç tavırlarıyla örtmeye, sanki yasakları ve savaşları benden saklamak istercesine sarılmıştı. Üstelik bir tane bile yaprağı olmayan bu çiçek sanki dikenli tele sarılmanın bedelini yapraklarıyla ödemiş, bizim için kendini feda etmiş gibiydi. Bozcaada'da bir rum evi vardır morsalkımların tırmadığı. 3 katlı evin zirvesine kadar tırmanan bu güzel sallkım, sanki Madam Yanula'nın Rapunzel gibi çatı katından sarkıttığı, leylak takılmış saçları gibidir de içimden o saçlara tırmanmak gelir.
Hıdırallez çiçeği bilir misiniz? Elbette bilenleriniz vardır ama sizin bildiğiniz benim bildiğim çiçekle aynı mı acaba? İzmir/Kösedere'de Saz diye bilinen çiçek, Balıkesir ve Çanakkale'de Hıdırellez çiçeği yada Nisan çiçeği olarak isimlendirilir mesela. (Sağda) Bir şamdan güzelliğiyle tepeleri donatan bu çiçek mayıs ayında kurur, babam da içi kof ve kolay kırılan bu çiçeği çakısıyla keserek onu bir rüzgar gülüne dönüştürürdü. Şimdi, düşünüyorum da babasının eliyle yaptığı en basit oyuncak ne kadar kıymetliymiş. Biri çıkarıp verse o rüzgar gülünü üflesem tersine tersine de dönsem geriye, babam baksa sevincime, okşasa başımı, bu tarafa doğru dese, bak dese, rüzgar bu yandan esiyor. Sonra diksem onu toprağa dönse... dönse... dönse...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder