Yugoslav diyordum nooldu o mevzu? Amaan ben bile unuttum. Ona kadar kimler geldi kimler geçti, hatta Osman Aldıkaçtı. Haftaya izinliymişim. Nası yani? Ben de yeni öğrendim. Aynı kurumda yıllarca çalışınca 53 işgünü izniniz oluyor. 53 işgünü ne demek çalışmayanlar bilmez. 3 ay demek. Vaktinde vermediler 1 haftadan fazla, şimdi de zorla kış günü izne çıkarıyorlar. İyi tarafından bakarsak. Her gün girilecek havuz, okunacak kitap, izlenecek film. Pheww! Bakalım ne kadar başarılı olacağım:) Aaa ayrıca bi business blogu yapıcaaz Coach'la... Off ne çok iş var:(
Yaa King'i kıskanıyorum. Çok güzel yazıyo:( Bağlayın şu adamın elini-kolunu karrdeşim. Kompleks yaptım. Aklıma komple tikiyiz şarkısı geldi bak. İlk çıktığında Komple komple komleksliyiz diyo sanıyodum. Küçükken de Sen gamlı hazan şarkısının devamını sen Sebahat anlar, anneanneme yazıldı sanırdım. Ben ne malmışım Allaam!
Arkadaşlar içinizde mübadele göçmeni olan var mı? Varsa Roots tadında belgesel bir kitap tavsiye edeceğim. "Rodos'tan Karşıyaka'ya". Gerçi kitabın dili biraz didaktik. Yazarlarının yaşlarının 50 üstü olduğuna ve Türkçe öğretmeni olamalarına bağlı sanırım. Ama müthiş ayrıntı dolu. Yemekler, adetler, görenekler... Siyah beyaz bir albüme bakar gibi...
26 Şubat 2010 Cuma
Kabak çiçeği dolması
Bu konuda ayrıca:
kabak çiçeği,
king,
rodostan karçıyakaya,
yugoslav
11 Şubat 2010 Perşembe
Bravo!
Adı: Mehmet Yeşil Yeşil. Milli güreşçi. Üniversitede okuyor, basketbol ve futbol oynuyor, trendleri takip ediyor, 3G’ye hemen geçecek kadar teknolojiyle ilgileniyor ve sinemaya bayılıyor. Üstelik final maçını kazanınca telefonla ilk annesini arayacak kadar da ana kuzusu!
Dedesi meşhur Yeşil Pehlivan’ın nâmını devam ettiren Milli güreşçimiz şu günlerde hayali olan altın kemere kavuşmanın mutluluğunu yaşıyor.
Uçun Kırmızı Kuşlar
Frida'ya...-
uçun kırmızı kuşlar
aklım: altın tozundan
aykırı bakan gözlerimi
çıkardım yuvasından
dikenlerim batsın size
kaşlarımın arasından
acıyı tıkıp bavula
çıktım yılanlı yola
kemiklerim bak un ufak
yaşam dikenli yatak
yatağımla yakın beni!
tuvalimle...fırçam ile...
içimdeki sürüngenler
resimlerde gelsin dile
(Gayyor'a Frida'yı hatırlattığı için teşekkür ederim.
uçun kırmızı kuşlar!
uçun kırmızı kuşlar
aklım: altın tozundan
aykırı bakan gözlerimi
çıkardım yuvasından
dikenlerim batsın size
kaşlarımın arasından
acıyı tıkıp bavula
çıktım yılanlı yola
kemiklerim bak un ufak
yaşam dikenli yatak
tuvalimle...fırçam ile...
içimdeki sürüngenler
resimlerde gelsin dile
(Gayyor'a Frida'yı hatırlattığı için teşekkür ederim.
uçun kırmızı kuşlar!
kırmızıdır yalnızlıklar
Geldiğim yer, gittiğim yere düşman
(foto:fotokritik/sensorist )
Geldiğim yer, gittiğim yere düşman Tırnaklarım yendiğine pişman
Gözleri var sırılsıklam
Görmeliydiniz çıplakken can
Ne görkemli kıvrıldı
An-be-an!
Geldiğim yer, gittiğim yerden daha yakın
-Ne garip!-
Hedeflerinin kanatlarını koparsa da
Pekala yaşayabilir insan
Boşluğa asılır bakışlar
Tek atışta devrilir yıllar
Gittiğim yer geldiğim yerden çorak
Peşimden gel
Ayak izlerime basarak
Bilmesen de yol-yolak
İzle beni hecelerime basarak
3 Şubat 2010 Çarşamba
Yeni Film
Size doyurucu bir dergiden bahsetmek istiyorum.Öyle üfürükten teyyare değil. Reklam kokmuyor. Konusunu motomot anlatmıyor. Sıkı yorumlar var. www.yenifilm.net Bundan sonrasında sözü derginin editörlerine bırakayım:
Bu sayımızda 12 Eylül sonrası farklı kuşakları kesen değersizleşmenin 2000’li yıllara, toplumsal ve kültürel olarak vardığı noktaya dair bir film olan Bornova Bornova ve yönetmeni İnan Temelkuran ile yaptığımız söyleşi yer aldı. Evet, bizim de bu söyleşinin başlığına çıkardığımız gibi “bugün artık küçük hayatlar bile büyük umutlar haline dönüşmüştür.”
Roman ve film haliyle ele aldığı konu itibarıyla bir dönemi ve bu dönemin kadınını da anlatan Kıskanmak filmi üzerine yazılan yazılar hem etraflı bir incelemeyi hem de Kıskanmak filminin Zeki Demirkubuz sinemasındaki yerini, meselesini ele aldı.
Son dönem sinemamızda yapılan filmlerin seyirciyle kurdukları ilişki üzerinden pek çok değerlendirme yapılabilir. 2009’un çok izlenen filmlerinden biri olan; resmi ideolojinin vatan, ordu ve ulusal kimliğe ilişkin popülist söylemlerine sahip Nefes filmi yazısında filmin neden çok izlendiği sorusuna da bir yanıt aranıyor. Oysa bir başka film, taşranın her halinden sonra “kara mizahı” ile karşılaşmak üzerinden tartışmalara da neden olan Vavien’in iyi bir film olarak muğlak sonu ya da söylemi ve seyircinin farklı alımlayışı üzerine sorular soruyor. Sorular ve yanıtlar pek çok yazının tarzını belirledi diyebiliriz bu sayıda. 2009’dan 2010’a geçerken etkisi dinmeden devam eden, izlediğimizde, açılan Pandora kutusunun Ursula Le Guin’in kitaplarındaki dünyayı hatırlatmasıyla başlayan işkillenmemiz bu sayıda “Amerikahramanlık” üreten film olarak Avatar yazısıyla devam etti. İki ayrı yazı Avatar’a farklı yaklaşım ve bakışlar geliştirilebileceğine iki örnek oluşturdu. Yılmaz Erdoğan’ın Neşeli Hayat’ı da benzer biçimde iki farklı yazıyla ele alınırken; filmin yanı sıra popüler bir figür olarak, televizyonda, tiyatroda, sinemada Yılmaz Erdoğan’a da yer veriliyordu. Yılmaz Erdoğan dışında bir başka popüler figür olan ve biraz da son dönem sinemada “mizah”ın geldiği noktayla büyük anlayış üretildiğini gördüğümüz Cem Yılmaz’ın Yahşi Batısı da ele aldığımız filmler arasında. Bir başka komedi filmi ya da popüler figür de Alamanya’dan gelen Soul Kitchen ve Fatih Akın oldu.
Başka bir dile, aşka ve yaşama dair bir ilk film olarak Başka Dilde Aşk’a dair yazarken filmin ele aldığı taraflara da söz hakkı verdik. Filmde bir internet sitesi kurarak giriştikleri bir araya gelme ve mücadele deneyimi ‘Gerçeğe Çağrı Merkezi’, adını gerçek bir örgütlenmeden alıyor, bunu da yazmak ve duyurmak istedik.
Ethem Özgüven belgesel sinema üzerine yazmaya devam ederken, ilk filmlerin unutulmaz kurgucusu Thomas Balkenhol film kurgusunun ütopyası üzerine yazdı. Belgesel bölümde Emel Çelebi de IDFA izlenimlerini paylaştı bizimle.
Theo Angelopoulos’la Üçlemenin ikinci filmi Zamanın Tozu ve aklını meşgul etmeye başladığını söylediği yeni filmi üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Zamanın tozunun hemen de üzerini kaplamaya başladığı bir geçmiş yüzyıla eşlik eden filmi üzerine yazdık. Bir başka usta yönetmen Michael Haneke de “modern Avrupa’da huzursuz bir kayıtsızlıkla yaşayıp giden çekirdek aileye sırt çevirerek” bir cemaat kültürüne kaydırdığı odağıyla son filmi Beyaz Bant ile dergimizde.
Bu sayıyı sessizce sinema yapan, uzun ya da kısa yaşamını sinemaya adayan ve sinemayı seven, değerlendiren kaybettiğimiz; Zeki Ökten’e, Ahmet Uluçay’a, Eric Rohmer’e, Ünsal Oskay ve Daniel Bensaid’e adıyoruz.
Bir sonraki sayımızda görüşmek üzere,
Dostçakalın.
http://www.yenifilm.net/
19. Sayının İçeriği:
Gündem / Film Ekibi
Düşmanını Tanı ya da Neşeli Hayat / Özgür Şeyben
Sinemada Televizyon Keyfi: Neşeli Hayat / Evrim Ulaşlı
Yahşi Batı: Bitmeyen Yurdum İnsanı Mizahı / Aylin Sayın
Gecenin Kanatları / Faime Alpagu
Kişisel Öç Duygusuyla Alınan Nefes / Doğan Yılmaz
“İyi” Film Olarak Vavien ve Muğlak Söylemi / Zeynep Yaşar
Bir 12 Eylül Filmi Olarak Bornova Bornova / Yusuf Güven
İnan Temelkuran’la Söyleşi / Film Ekibi
Soul Kitchen: Bir Fatih Akın Tarzı / Seray Genç
Başka Bir Aşk/Yaşam Mümkün / Mahmut Hamsici
Zeki Demirkubuz’un Karanlığa Son Selamı Kıskanmak / Özge Özdüzen
Köyde Birinci Olanların Filmi: Kıskanmak / Hamdi Karaşin
Avatar: Anti-Bilim, Beden ve “Amerikahramanlık” / Özge Özdüzen
Avatar’a Buradan Bakmak / Eser Dilsöz
Angelopoulos’tan 3. Yol / Yusuf Güven
Theo Angelopoulos Söyleşisi / Seray Genç - Yusuf Güven
Beyaz Bant: Batının Ahlakı / Evrim Kaya
Michael Haneke Söyleşisi / Roy Grundman (Çev.: Zeynep Yaşar)
Kozlu’da Geçen Günler III / Ahmet Soner
Hollywood’da Komünist Avı / Rekin Teksoy
Film Kurgusunun Ütopyası ve Bugünü I / Thomas Balkenhol (Çev.: E. Kaya)
Sinema Sektörünün Regülasyonu Üzerine İroni/ Doğan Yılmaz
Belgeselde Gerçeklik ve Hakikatı Tanımlama / Ethem Özgüven
Portakal Ağacı ve Işığa Uçan Pervane / Emel Çelebi
Ahmet Uluçay’ın Anısına / Seray Genç
2009 Yılı Değerlendirmesi / Sine-Sen
Yeni Film dergisini Bulabileceğiniz Yerler (Son güncelleme: 20.01.2010, yeni Film'i görmek istediğiniz yerleri bize yazın: yenifilm@gmail.com)
Adana Baki Kitap Kırt.Ankara Deniz (Zafer Çarşısı) Ankara Dipnot Ankara İlhan İlhan Ankara İmge Ankara Kare Ankara Turhan Kitabevi Ankara Kızılay Dost http://www.dostyayinevi.com/ Bolu Bizbize Kitap-Kafe Bursa Kitabevi Çanakkale Paradigma Çanakkale ŞADAN ÖZDÜZEN Çanakkale Troia Eskişehir Ada
Eskişehir Adımlar İstanbul Bebek Boğaziçi Üniversitesi İstanbul Beyoğlu Mephisto http://www.mephisto.com.tr%20İstanbul/ Beyoğlu Pandora http://www.pandora.com.tr/ İstanbul Beyoğlu Robinson Crusoe İstanbul Beyoğlu Semerkant İstanbul Beyoğlu Simurg İstanbul Kadıköy Doğan Sahaf İstanbul Kadıköy Genç Mephisto İstanbul Kadıköy İmge http://www.imge.com.tr/ İstanbul Kadıköy Khalkedon İstanbul Kadıköy Seyhan İstanbul Kurtuluş-Şişli Nostalji Kültür İzmir Alsancak Kitapsan İzmir Alsancak Yakın İzmir Karşıyaka Ada İzmir Karşıyaka Pan İzmir Konak Kabile Kayseri Bilge Kitabevi Mersin Kitapsan Mersin Tek Ağaç Mersin Turunç Ordu Serüven Trabzon Fanzin
Bu sayımızda 12 Eylül sonrası farklı kuşakları kesen değersizleşmenin 2000’li yıllara, toplumsal ve kültürel olarak vardığı noktaya dair bir film olan Bornova Bornova ve yönetmeni İnan Temelkuran ile yaptığımız söyleşi yer aldı. Evet, bizim de bu söyleşinin başlığına çıkardığımız gibi “bugün artık küçük hayatlar bile büyük umutlar haline dönüşmüştür.”
Roman ve film haliyle ele aldığı konu itibarıyla bir dönemi ve bu dönemin kadınını da anlatan Kıskanmak filmi üzerine yazılan yazılar hem etraflı bir incelemeyi hem de Kıskanmak filminin Zeki Demirkubuz sinemasındaki yerini, meselesini ele aldı.
Son dönem sinemamızda yapılan filmlerin seyirciyle kurdukları ilişki üzerinden pek çok değerlendirme yapılabilir. 2009’un çok izlenen filmlerinden biri olan; resmi ideolojinin vatan, ordu ve ulusal kimliğe ilişkin popülist söylemlerine sahip Nefes filmi yazısında filmin neden çok izlendiği sorusuna da bir yanıt aranıyor. Oysa bir başka film, taşranın her halinden sonra “kara mizahı” ile karşılaşmak üzerinden tartışmalara da neden olan Vavien’in iyi bir film olarak muğlak sonu ya da söylemi ve seyircinin farklı alımlayışı üzerine sorular soruyor. Sorular ve yanıtlar pek çok yazının tarzını belirledi diyebiliriz bu sayıda. 2009’dan 2010’a geçerken etkisi dinmeden devam eden, izlediğimizde, açılan Pandora kutusunun Ursula Le Guin’in kitaplarındaki dünyayı hatırlatmasıyla başlayan işkillenmemiz bu sayıda “Amerikahramanlık” üreten film olarak Avatar yazısıyla devam etti. İki ayrı yazı Avatar’a farklı yaklaşım ve bakışlar geliştirilebileceğine iki örnek oluşturdu. Yılmaz Erdoğan’ın Neşeli Hayat’ı da benzer biçimde iki farklı yazıyla ele alınırken; filmin yanı sıra popüler bir figür olarak, televizyonda, tiyatroda, sinemada Yılmaz Erdoğan’a da yer veriliyordu. Yılmaz Erdoğan dışında bir başka popüler figür olan ve biraz da son dönem sinemada “mizah”ın geldiği noktayla büyük anlayış üretildiğini gördüğümüz Cem Yılmaz’ın Yahşi Batısı da ele aldığımız filmler arasında. Bir başka komedi filmi ya da popüler figür de Alamanya’dan gelen Soul Kitchen ve Fatih Akın oldu.
Başka bir dile, aşka ve yaşama dair bir ilk film olarak Başka Dilde Aşk’a dair yazarken filmin ele aldığı taraflara da söz hakkı verdik. Filmde bir internet sitesi kurarak giriştikleri bir araya gelme ve mücadele deneyimi ‘Gerçeğe Çağrı Merkezi’, adını gerçek bir örgütlenmeden alıyor, bunu da yazmak ve duyurmak istedik.
Ethem Özgüven belgesel sinema üzerine yazmaya devam ederken, ilk filmlerin unutulmaz kurgucusu Thomas Balkenhol film kurgusunun ütopyası üzerine yazdı. Belgesel bölümde Emel Çelebi de IDFA izlenimlerini paylaştı bizimle.
Theo Angelopoulos’la Üçlemenin ikinci filmi Zamanın Tozu ve aklını meşgul etmeye başladığını söylediği yeni filmi üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Zamanın tozunun hemen de üzerini kaplamaya başladığı bir geçmiş yüzyıla eşlik eden filmi üzerine yazdık. Bir başka usta yönetmen Michael Haneke de “modern Avrupa’da huzursuz bir kayıtsızlıkla yaşayıp giden çekirdek aileye sırt çevirerek” bir cemaat kültürüne kaydırdığı odağıyla son filmi Beyaz Bant ile dergimizde.
Bu sayıyı sessizce sinema yapan, uzun ya da kısa yaşamını sinemaya adayan ve sinemayı seven, değerlendiren kaybettiğimiz; Zeki Ökten’e, Ahmet Uluçay’a, Eric Rohmer’e, Ünsal Oskay ve Daniel Bensaid’e adıyoruz.
Bir sonraki sayımızda görüşmek üzere,
Dostçakalın.
http://www.yenifilm.net/
19. Sayının İçeriği:
Gündem / Film Ekibi
Düşmanını Tanı ya da Neşeli Hayat / Özgür Şeyben
Sinemada Televizyon Keyfi: Neşeli Hayat / Evrim Ulaşlı
Yahşi Batı: Bitmeyen Yurdum İnsanı Mizahı / Aylin Sayın
Gecenin Kanatları / Faime Alpagu
Kişisel Öç Duygusuyla Alınan Nefes / Doğan Yılmaz
“İyi” Film Olarak Vavien ve Muğlak Söylemi / Zeynep Yaşar
Bir 12 Eylül Filmi Olarak Bornova Bornova / Yusuf Güven
İnan Temelkuran’la Söyleşi / Film Ekibi
Soul Kitchen: Bir Fatih Akın Tarzı / Seray Genç
Başka Bir Aşk/Yaşam Mümkün / Mahmut Hamsici
Zeki Demirkubuz’un Karanlığa Son Selamı Kıskanmak / Özge Özdüzen
Köyde Birinci Olanların Filmi: Kıskanmak / Hamdi Karaşin
Avatar: Anti-Bilim, Beden ve “Amerikahramanlık” / Özge Özdüzen
Avatar’a Buradan Bakmak / Eser Dilsöz
Angelopoulos’tan 3. Yol / Yusuf Güven
Theo Angelopoulos Söyleşisi / Seray Genç - Yusuf Güven
Beyaz Bant: Batının Ahlakı / Evrim Kaya
Michael Haneke Söyleşisi / Roy Grundman (Çev.: Zeynep Yaşar)
Kozlu’da Geçen Günler III / Ahmet Soner
Hollywood’da Komünist Avı / Rekin Teksoy
Film Kurgusunun Ütopyası ve Bugünü I / Thomas Balkenhol (Çev.: E. Kaya)
Sinema Sektörünün Regülasyonu Üzerine İroni/ Doğan Yılmaz
Belgeselde Gerçeklik ve Hakikatı Tanımlama / Ethem Özgüven
Portakal Ağacı ve Işığa Uçan Pervane / Emel Çelebi
Ahmet Uluçay’ın Anısına / Seray Genç
2009 Yılı Değerlendirmesi / Sine-Sen
Yeni Film dergisini Bulabileceğiniz Yerler (Son güncelleme: 20.01.2010, yeni Film'i görmek istediğiniz yerleri bize yazın: yenifilm@gmail.com)
Adana Baki Kitap Kırt.Ankara Deniz (Zafer Çarşısı) Ankara Dipnot Ankara İlhan İlhan Ankara İmge Ankara Kare Ankara Turhan Kitabevi Ankara Kızılay Dost http://www.dostyayinevi.com/ Bolu Bizbize Kitap-Kafe Bursa Kitabevi Çanakkale Paradigma Çanakkale ŞADAN ÖZDÜZEN Çanakkale Troia Eskişehir Ada
Eskişehir Adımlar İstanbul Bebek Boğaziçi Üniversitesi İstanbul Beyoğlu Mephisto http://www.mephisto.com.tr%20İstanbul/ Beyoğlu Pandora http://www.pandora.com.tr/ İstanbul Beyoğlu Robinson Crusoe İstanbul Beyoğlu Semerkant İstanbul Beyoğlu Simurg İstanbul Kadıköy Doğan Sahaf İstanbul Kadıköy Genç Mephisto İstanbul Kadıköy İmge http://www.imge.com.tr/ İstanbul Kadıköy Khalkedon İstanbul Kadıköy Seyhan İstanbul Kurtuluş-Şişli Nostalji Kültür İzmir Alsancak Kitapsan İzmir Alsancak Yakın İzmir Karşıyaka Ada İzmir Karşıyaka Pan İzmir Konak Kabile Kayseri Bilge Kitabevi Mersin Kitapsan Mersin Tek Ağaç Mersin Turunç Ordu Serüven Trabzon Fanzin
2 Şubat 2010 Salı
Bi sabah
Bi sabah
Bi telefon gelir
Hüznün ve boşa geçen günlerin
Bi vagona tıkılır
Uzaklara gider…
Bi sabah bakarsın
Çiy düşmüştür tek şeritli hayatının
İki yanındaki çorak tarlalara…
Bi yıldırım düşmüştür içine,
Mavi-beyaz, apaydınlık, ay-beyaz…
Bi kedi çöreklenmiştir yüreğinin eşiğine
Isıtır içini mırıltılı türküsüyle
Kovmaya kıyamazsın…
Müebbetlikte ismin okunmuş gibi ağlarsın
İsmini yazmıştır güneş güncesine
Senin içini ısıtır yalnızca kış günü…
Kupkuru dallarına
Cıvıl cıvıl bir kuş konar
Deniz kabarır, alı al moru mor
Köpürür şampanyası
Kayalara vurur
Şşşerefe! Şşşerefe diye…
Mor çiçekler basar bi yanını
Bi yanında koşturur beyaz kısraklar…
Bi yunus parlatır
Dingin yalnızlık denizinde sırtını
Bi tek sen görürsün…
Bi yıldız kayar
Açılır samanyolunun fermuarı
Eteklerine yıldız dolar…
Bi el çalar kapını bi sabah
İnanamazsın
O tanıdık ses
Vurgunun olur…
Anıların bir ordu olup
Dayanır kapına…
Bi şiir düşer beyninin rahmine
Kağıt kalem bulunmaz
Bulsan da hızına yetişmez…
Bi şarkı çalar içinde günboyu
Kalkıp değiştirmezsin içindeki plağı…
Bi çiçek düşer yıllar önce okuduğun
Kitabının arasından…
Katlanmış sayfayı açar
İlk satırı okursun
Bir daha bir daha okursun
O anı en iyi o satır anlatır
Tesadüfe şaşırırsın…
Bi martı süzülür
Siyah-beyaz bi film karesinde
Gökkuşağıyla kuşatarak
Geçtiği yerleri…
Bi sabah bi bakarsın
Her yer bahar
Ne ilkbahardır o
Ne sonbahar
Dostluğun sıcak iklimindeki bahar…
Baharı doğurur yeniden
İçindeki tarlalar…
Bi sabah bi telefon gelir
Hayatın,
Makas değiştirir…
(Çok eski bişii bi şiir bile değil aslında altalta yazılmasının dışında)
Bi telefon gelir
Hüznün ve boşa geçen günlerin
Bi vagona tıkılır
Uzaklara gider…
Bi sabah bakarsın
Çiy düşmüştür tek şeritli hayatının
İki yanındaki çorak tarlalara…
Bi yıldırım düşmüştür içine,
Mavi-beyaz, apaydınlık, ay-beyaz…
Bi kedi çöreklenmiştir yüreğinin eşiğine
Isıtır içini mırıltılı türküsüyle
Kovmaya kıyamazsın…
Müebbetlikte ismin okunmuş gibi ağlarsın
İsmini yazmıştır güneş güncesine
Senin içini ısıtır yalnızca kış günü…
Kupkuru dallarına
Cıvıl cıvıl bir kuş konar
Deniz kabarır, alı al moru mor
Köpürür şampanyası
Kayalara vurur
Şşşerefe! Şşşerefe diye…
Mor çiçekler basar bi yanını
Bi yanında koşturur beyaz kısraklar…
Bi yunus parlatır
Dingin yalnızlık denizinde sırtını
Bi tek sen görürsün…
Bi yıldız kayar
Açılır samanyolunun fermuarı
Eteklerine yıldız dolar…
Bi el çalar kapını bi sabah
İnanamazsın
O tanıdık ses
Vurgunun olur…
Anıların bir ordu olup
Dayanır kapına…
Bi şiir düşer beyninin rahmine
Kağıt kalem bulunmaz
Bulsan da hızına yetişmez…
Bi şarkı çalar içinde günboyu
Kalkıp değiştirmezsin içindeki plağı…
Bi çiçek düşer yıllar önce okuduğun
Kitabının arasından…
Katlanmış sayfayı açar
İlk satırı okursun
Bir daha bir daha okursun
O anı en iyi o satır anlatır
Tesadüfe şaşırırsın…
Bi martı süzülür
Siyah-beyaz bi film karesinde
Gökkuşağıyla kuşatarak
Geçtiği yerleri…
Bi sabah bi bakarsın
Her yer bahar
Ne ilkbahardır o
Ne sonbahar
Dostluğun sıcak iklimindeki bahar…
Baharı doğurur yeniden
İçindeki tarlalar…
Bi sabah bi telefon gelir
Hayatın,
Makas değiştirir…
(Çok eski bişii bi şiir bile değil aslında altalta yazılmasının dışında)
1 Şubat 2010 Pazartesi
Moda Vapur İskelesinin Altında
Cumartesi sabah kalkıyorum. Ekmek ve gazetemi alıp gelirken güzel hava çarpıyor beni. Kahvaltıya oturuyorum. Telefonum çalıyor. Blog arkadaşım arıyor. İstanbul'a gelmiş beni görmek istemiş ne mutlu. Aslında anneme gideceğim. Kadıköy'de buluşuyoruz. Kadıköy'ü gezmeyeli ne çok olmuş. En son geçen ay akşam vakti koşturarak gitmiştim Mefisto'ya. İyi ki de gitmişim. Nereye gidelim diye sorunca yanındaki cafe aklıma geliyor. O da kırmızı bir organizer almak istiyor. Bir kaç kitapçıya sorduktan sonra Tchibo'yu görüyor arkadaşım. Hemen bir Latte bir Capucino alıp konuşlanıyoruz. İkimiz de ne gevezeymişiz. Anlattıkça anlatıyoruz.
Sonra Moda'ya gitmek istediğini söylüyor. Moda iskelesinin altında bir şapel varmış. Yürümeye başlıyoruz. Kırmızı organizerı ısrarla bitirmiş kırtasiyeciler. Bahariye caddesine ulaşıyoruz ki şemsiyemi unuttuğumu farkediyorum Tchibo'da. Altıyoldan iniyoruz bu kez. Kalabalık üstümüze üstümüze geliyor. Sevmem diyorum. Neden diye soruyor, bir şeyler geveliyorum. İşte bıraktığım gibi duruyor şemsiye.
Tekrar girdik balıkçılar pazarına. 2. kez geçiyoruz boynunda çan olan kazın yanından. Arkadaşım ayakkabı ve botlara bakıyor iştahla. Yemesinden korkuyorum. Beni buradan götür diye yalvarıyor. Moda İskelesine geliyoruz. Gelmesine de ortalıkta şapel yok. Kuzum şapeli ne yaptınız diyoruz. Bilen yok. Emin misin koçum orada şapel olduğuna?
Neyse oradan fotoğraf çeke çeke Kadıköy'e, vapurla Eminönü'ne, Mısır Çarşısından Kapalıçarşıya gidiyoruz. Eminönü meydanında birbirine sarılmış 10 kadar çift eylem yapıyor. Neyin eylemi anlamıyoruz. Kimse bir şey anlamıyor.
Kapalıçarşı da bitiyor. Yorgunluk ve açlıkla saldırıyoruz dönere. Ayrılıyoruz ama ben hala aynı yerdeyim: Şapele ne oldu? Bilen varsa yazsın. (İnternette de ara ara öyle bir bilgiye rastlamıyorum)
Sonra Moda'ya gitmek istediğini söylüyor. Moda iskelesinin altında bir şapel varmış. Yürümeye başlıyoruz. Kırmızı organizerı ısrarla bitirmiş kırtasiyeciler. Bahariye caddesine ulaşıyoruz ki şemsiyemi unuttuğumu farkediyorum Tchibo'da. Altıyoldan iniyoruz bu kez. Kalabalık üstümüze üstümüze geliyor. Sevmem diyorum. Neden diye soruyor, bir şeyler geveliyorum. İşte bıraktığım gibi duruyor şemsiye.
Tekrar girdik balıkçılar pazarına. 2. kez geçiyoruz boynunda çan olan kazın yanından. Arkadaşım ayakkabı ve botlara bakıyor iştahla. Yemesinden korkuyorum. Beni buradan götür diye yalvarıyor. Moda İskelesine geliyoruz. Gelmesine de ortalıkta şapel yok. Kuzum şapeli ne yaptınız diyoruz. Bilen yok. Emin misin koçum orada şapel olduğuna?
Neyse oradan fotoğraf çeke çeke Kadıköy'e, vapurla Eminönü'ne, Mısır Çarşısından Kapalıçarşıya gidiyoruz. Eminönü meydanında birbirine sarılmış 10 kadar çift eylem yapıyor. Neyin eylemi anlamıyoruz. Kimse bir şey anlamıyor.
Kapalıçarşı da bitiyor. Yorgunluk ve açlıkla saldırıyoruz dönere. Ayrılıyoruz ama ben hala aynı yerdeyim: Şapele ne oldu? Bilen varsa yazsın. (İnternette de ara ara öyle bir bilgiye rastlamıyorum)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)