28 Ocak 2010 Perşembe

YAPRAK DÖKÜMÜ TİTANİC'TEN ÜSTÜN

Canım sıkılmaya görsün. O an için ne hoş geliyorsa ona takıyorum. Cılkını çıkarana kadar üstüne gidip eskitiyorum. Aslında bu ruhumdaki eprimeyle alakalı, bunu da biliyorum. Bunların sonucunda öncelikle yaptığımdan sıkılıyorum.Beni heyecanlandıracak yeni projelere, küçük heveslere yelken açıyorum.

İşin aslı bugünlerde yine derinden gelen bir bunaltı var. Belki bu dominant bir kadın tarafından 24 saatinin planlanması, en ufak işlerin organize edilmesinden kaynaklanıyor, belki rutin işlerimden belki de istediğim hayatı yaşayamıyor olmaktan. Dolayısıyla çok da eşime bağlamak mantıklı değil. Ama onun bu planlamacı tavrı bende uzun bir yaşam yorgunluğuna sebep oluyor. Belki de sorumluluktan kaçmak istiyorum.

Böyle zamanlarda kitaplar ve sinema konsantrasyonumu yoğunlaştırma açısından en büyük can simidi. Dün akşam, dizi izlerken spider solitaire oynadım o da aslında güzel bi terapi. Sonra film izlemek istedim ama uyuyakalmışım.

Diz derken Yaprak Dökümü'nün başarısından sözetmek istiyorum. Yaprak Dökümü Titanic gibi.Neden? Çünkü "geminin batacağını" hepimiz biliyoruz. Romanı okumaya bile gerek yok çünkü adı herşeyi ele veriyor. Yapraklar dökülecek. Ama işte burada şu konu gündeme geliyor: Ne anlattığın değil nasıl anlattığın. Sonunu bile bile izlemeye devam ediyoruz. Neyi izliyoruz? Aslında insanlığın zaaflarını, bu zaaflardaki insani ve samimi yanı aslında kendimizi izliyoruz. Bizler hata yapmıyor muyuz, küçük hesaplar, dostlarımıza küçük yamuklar, iki sevgili arasında gitgeller yaşamıyor muyuz? Bu dizi bunu dizi olmanın getirdiği zorunluluklar dahilinde abartarak yapıyor. Ama sürekli izlediğinizde hepsinde haklılık yanları buluyoruz. Kötüyle de empati kuruyoruz, iyiyle de, zayıf karakterliyle de... İşte burada usta yönetmenlik, inandırıcı diyaloglar (doğru senaryo) doğru cast, doğru ışık, doğru müzik devreye giriyor. Birinin zayıflığı dizinin gücüne zarar verebilir. Ama usta oyunculuk örtüyor. (Bu kalp seni unutur mu dizisinde kötü oyunculukların senaryoyu öldürdüğü gibi) İnsan kötü işle iyi işi karşılaştırarak sanatsal önemini kavrıyor.

Mesela başkalarının beğendiği diziye bok atmak değil. Zevk meselesi. Ama dizinin en dramatik sahnesinde bir oyuncu sahte felçli numarası ile hiç bir mimik vurgusu yapmadan oynuyor, karşısındaki aktrist de suni gözyaşları ile sahneyi kapatmaya kalkışıyorsa olmuyor işte. Ya da "melekler adası" gibi senaryo zaafiyeti varsa sıkıyor.

Nerelere geldim. Sinirlendim belki de. Ben? Sinirlenmek? Tanrım bir şeyler oluyor bana:))

Hiç yorum yok: