Seksenli yıllardaki dizilerle ilgili komik anılara başlıyorum.
Kara Şimşek'le başlayalım. Bilimkurgu-fantastik şeyler hep ilgimi çeker. Konuşan ve şoförsüz otomobil, zaman makinesi gibi hayalini kurduğum şeyi bu Amerikalılar yapmak zorunda mı ? Küçükken övünürdüm kendi kendime benden çalmışlar fikri diye:) Bu diziyi seyretmeyenlere hatırlatalım. Bööle plaka kısmında bi mavi ışık voooin vooin diye sağa sola gidip gelirdi. O sıralarda hemen oto sanayideki merdiven altı dükkanlar, arabalara bunları takmaya başladılar. Gerçi arabalar şahin, murat filandı ama yerliydi napalım.
Bu dizinin bi de yakışıklısı vardı. David Hasselhoff. Bu abimizin Yunan kökenli olduğunu duyunca Hollywood'a Cüneyt Arkın gitmiş kadar sevinmiştim. Saçlarını zaman zaman afro yapmasa iyiydi de her zaman uzun olurdu aslan yelesi gibi. (Aşağıda ortadaki halini severim bu fare gözlü abinin) Gelgelelim o yıllarda dergilerin ortasından çıkan çıplak posterlerinde orman gibi gıvır gıvır kıllarını görünce tiskinmiştim:D Bi aralar Baywatch'ta oynamış ve edeleli fücut yapmışsa da, son yıllarda gördüğümde ise televizyon ekranına benzeyen kare yüzünün patatese, fücudunun çuvala dönüşmesi onun transformers olma ihtimalini arttırdı:P Yazık eskidi diye abiyi ne hale getirmişler bakın. Aşağıda soldaki işlevsel alet. Bu resmi görünce üzüldüm ama bir tesellim var artık önemli olan işlevi , işlevi:))
31 Mart 2010 Çarşamba
HUZUR
Sıcak... Trafik... Üstelik, acelesi var. Telefonu susmuyor. Geç kalacak. Kaputtan buhar tütüyor. Lanetler okuyarak kaputu açıyor. Ağlamak üzere... Çaresiz... Elini radyatör kapağının üstüne götürürken, akşamdan 3 yaşındaki oğlunun elinin üzerine çizdiği çiçeği görüyor. Ferahlık ve huzur...
NESNELERİN DİLİ SERİSİ
MEZAR TAŞI
Okşayıp başımı, konuştu benimle. İstemezdim ağlatmayı, babası sandı beni. Bekçiydim alt tarafı. Ne yazdılar üstüme de ağlattılar bu kızı? Okumam yazmam yok.
Okşayıp başımı, konuştu benimle. İstemezdim ağlatmayı, babası sandı beni. Bekçiydim alt tarafı. Ne yazdılar üstüme de ağlattılar bu kızı? Okumam yazmam yok.
Bu konuda ayrıca:
edebiyat,
nesnelerin dili serisi
HARFLERİN VE SEMBOLLERİN DİLİ-3
*
"şifre yorganı" Bu anaç simge, üstü açık kalan şifre karakterlerinin başında sabaha kadar nöbet tutar. Şefkatli ve atiktir.
/
"Ayyaş I" Bu simge değil bir harftir ve ibret olsun diye klavyelere konmuştur. Çok içen her I'nın sonu budur.
}
Estetik yaptırmış hokka burunlu parantez, çıktığı klavyeyi beğenmez.
"şifre yorganı" Bu anaç simge, üstü açık kalan şifre karakterlerinin başında sabaha kadar nöbet tutar. Şefkatli ve atiktir.
/
"Ayyaş I" Bu simge değil bir harftir ve ibret olsun diye klavyelere konmuştur. Çok içen her I'nın sonu budur.
}
Estetik yaptırmış hokka burunlu parantez, çıktığı klavyeyi beğenmez.
Bu konuda ayrıca:
Harflerin ve Sembollerin dili
30 Mart 2010 Salı
SÜNNET VE MASTER MEVZUU
Missfit ilk regline dair karalamış geçenlerde şurada. Ben de şu sünnet ve master konularına değineyim dedim adabınca. Blogda adab, zurnada peşrev olmaz ama deneyeceğim bakalım.
3-4 yaşlarında apışaranızda bir fazlalık görüp de, 40 kişi 40 gün "ört, çok ayıp!" dediği zaman başlar onunla ilk maceranız. O güne kadar içinden sarı su akan boru, bir et parçası, annenizin yatağınızı ıslattığı için kesmekle korkuttuğu bi şeydir. O farkındalıkla yakın bi arkadaşınız, sevdiğiniz bir oyuncağınız ve başınızın belası, geleceğinizin kararması anlamına gelir. Neden böyle dediğimi ilerileyen cümlelerde anlayacaksınız.
Eğer doğar doğmaz borunun koruyucu kılıfı (Büyük tüp veya damacana suyun açılmadığını gösteren söküp attığınız plastik şeridini düşünün) alınmamışsa, herkesin ört dediği o "malın" kalabalıklar önüne çıkarılması mecburiyeti doğar. E hani ayıptı abi ? Tamam ata bindik, faytona bindik mindik, davullar çaldı, sigara içtik ama, aç diyosunuz resmen abi yaa. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu derim size. Eğer bu operasyon ilkokul 3'e kadar hallolursa, o kadar da kalıcı etkisi olmaz, ama sonrasında daha aklınıza "SÜNNET olacağınız" geldiği anda kanınız çekilir, kalbiniz hızlanır, pipiniz küçülür. Sizin dışınızda onunla övünen anneniz babanız dedeniz hep gündemde tutup, unutmanıza izin ermez. Bir arkadaşınız sünnet olur ve onunkini görürsünüz. Amanın ne çirkin bi şeydir. Keloğlan gibi dersiniz. Çünkü sizin bamyaya benzemiyordur artık. Acıdı-acımadı, kanadı-kanamadı, çabuk iyileşti-iyileşmedi şeklinde sürüyle hikaye duyarsınız. Kafanızın içinde boş konuşma balonları dolanır durur.
Sonra oyun aralarında topluca duvara işeme merasimlerinde, sizinkinden farklı renkte ve boyda olanlarının varolduğunu yangözle de olsa görür ve farklılığı duyumsarsınız. Bu da içinize ayrı bi dert olur. Çünkü "karşılaştırmalar hep tehlikelidir". Hele ki bir yetişkininkini görmüşseniz, dünya artık inanılmaz bir gerçeküstü mekana dönüşür. Bu minicik şeyin o kadar büyüyebileceğine dünyada akıl sır erdiremezsiniz. Ve hoşgeldin KOMPLEKSLER DÜNYASI:) (Daha ileri aşaması da var ama onu burada yazamıyorum. Yani bir çocuk anlık görüntüler dışında uzun uzun başka büyük organlar gördüğünde de saplantılar, sapmalar başlayabilir.) Bu durumda kafanızın içindeki balonlar birer mayındır ve patlamaları travmatik olur. Erken yaşta keşfedilen cinsellik büyük nehrin yatağını değiştirebilir. Bu nedenle de günümüzde internet, daha doğrusu "her türlü çarpık cinsel fantaziye kolay ulaşır olmak" büyük tehlike.
Sünnet günü gelip çattı mı önce 2 adam pantolonunuzu kilodunuzu çıkarttırır, kollarınızdan tutar, sünnetçi uyuşturucuyu yapar. Sanırsınız ki 3 kişiyle bitecek. Biri kucağında kadınların arasından geçirip 30-40 erkeğin olduğu odaya getirir. Artık acıma korkusu filan değildir hissettiğiniz. "Ayıp organınızı teşhir mecburiyeti öfkesi" vardır gözbebeklerinizde. Sırtüstü yatırıldığınızda 30-40 kişinin yüzleri belirginleşmeye başlar. Öğretmeniniz, dayınız, amcanız, kuzeniniz, dedeniz, babanız, savcı bey, bakkal amca, astsubay... Artık ellerinizi başınızın altına bağlatırlar. Siz de oldu olcak kırıldı nacak yayarsınız itice d.şşakları. Gören gördü artık. 1 hafta sonra öğretmenimin yüzüne nasıl bakacağım dersiniz bir an. Sonra en tatlı küfür dökülür içinizden ve gevşersiniz : s.ktiiiiiiiiiiiiiiiirrrrrrrrrr! Tam o sırada ya meraklı kızkardeşiniz ya da mahalleden bir kız kapı aralığından bakarken gözgöze gelirsiniz. İşte o en korkuncudur. Gevşemeniz çabuk geçer. Kalkıp koşturamazsınız bakmaya devam eder.
Derken büyük haber gelir. 31 denen şey gerçektir ve içinizden biri allandıra ballandıra gelen beyaz sıvıyı anlatır. Rivayetler türlü de olsa o sıvının gidip bir yumurtayı patlattığı konuşulur:) Bu sıvı öyle garip bi şeydir ki kiminden 1 su bardağı, kiminden yarım çay bardağı, kiminden 1 m, kiminden 3 m uzağa, kiminden 31 seferde kiminden 62 seferde gelir, Kiminden üstüte 5 kere kiminden 5.den sonra kan gelir. Herkes herkesi kandırır. Yalanla gerçek birbirine girer. Tabii korkuyla heves de... Bir bilen ararsınız. Bulunmaz o bir bilen. Bulsanız nasıl soracaksınız? Bulduklarınız ise yine yalandır. Ya da çıkarı varsa sizi kullanır.
Artık siz de, bitirdiğiniz sandığınız "cinsellik okulunun çalışkan öğrencisi" olarak ev ödevinize başlarsınız. Şimdi MASTER yapma zamanı gelmiştir. Master zevklidir. Sınav yoktur. Ders yoktur. Sadece beklediğiniz ödül yoktur ortada. Ama zevk vardır. Tatlı mamaya dadanmış bebek gibi o tatlı sarhoşlukla oynaşırsınız. ORKAZIM AMCA sizi rüyalarınızda ziyarete başladığının ertesi günü büyük utanç başlar. Beklediğiniz ödül: kilodunuza dünya haritasını çizmiştir. Ama bu sarhoşluğun bedeli ağır olur. Çünkü, herkesin bunu bildiğini sanırsınız. Kilodu annenizden saklamak lazımdır. Elde yıkayıp, yelde kurutur donsuz gezersiniz. Tekrar ne zaman geleceği belirsizdir. Anneniz söyleyeceğiniz en son kişidir. Sizi yıkamak isterse fellik fellik kaçarsınız.
Artık diğer çocuklara "geldiğini" sezdirmek ama "miktarını saklamak" konusunda kalkan geliştirirsiniz. Ev partileri dönemi başlamıştır, kızlarla dans etmekten kaçarsınız. Kazara değen göğüsleri, dokunduğunuz omuzları önünüzdeki kabarıklığı saklamaya çalışma işkencesine döner. Bu işkenceye karşı artık daha bol şeyler giymeye başlamışsınızdır. Aileniz anlam veremez. Bannyodan çıkınca bakayım büyüdü mü diyen anneniz sizi çileden çıkarır. Kızların o sıralarda ne yaşadığı sizi zerre kadar ilgilendirmez. Onlar artık eğlenceli sıra arkadaşları değil, karşı cinstir. Saçma kaprisler ve fısırdaşmalarla ters konuşurlar. Okuldan çıkınca fısırdaşarak birbirlerinin beline hırka bağlarlar anlam veremezsiniz. Her lafınıza "Terbiyesiz!" diye tepki verirler.
Oysa siz gizli oyuncağınızla oynadıkça özgüveniniz giderek artar. Orkazım Amcayla samimiyetiniz ilerler. Hızla kilo kaybetmeye başlarsınız. Orgazm Amca asosyaldir. Yalnızlığı ve soteyi sever. İşin kötüsü doyumusuzdur. Altetmek için giriştiğiniz her savaştan mağlup ayrılırsınız. Ancak Orkazım Amcayla fazla samimiyetten öğrendiğiniz şeyler de vardır: Söylenenlerin çoğu yalandır. Artık Amcanın ciğerleri sökülürcesine kustuğu beyaz sıvının miktarı, rengi, kokusu, tadını bilirsiniz. Çok yapınca kan gelmez. Birileri sizi keklemiştir. Tecrübeyle sabittir.Diğer çocuklar masturbasyon için envai çeşit sabunlar, kavunlardan bahseder. Bulanırsınız. Beden derslerinde soyunmaktan utanırsınız. Tabii kızları eşofmanlı görmekten de:)
Orkazım Amcayı sevmeyen iki kişi girer hayatınıza tam o sırada: Din Hocası ve sizin neler yaptığınızı sezen ve sizle konuşma girişiminde bulunan babanız. Kem küm edip üstü kapalı konuşmaya kalkan babanızı anlamazdan gelerek, geçiştirme cevaplarla başınızdan savarsınız. O da size "fazla yapmanın kör ettiği" konusunda saçma inancı yerleştirir. Din hocası "boyabdestsiz gezmenin günahını" sokar içinize. Artık bu zıt ve ezici baskılar içine koyu bir SUÇLULUK DUYGUSU girmiştir. O suçluluk duygusu çoook uzun bir süre (kendinizi bilgiyle beslemedikçe) sizi terketmez. Hatta her boşalmadan sonra PİŞMANLIK olarak hortlar. Çok yapınca çocuğunuzun olmayacağını sanırsınız.
Bu arada 2 büyük tehlike ortaya çıkar. Biri: mutlaka yaparken veya sonrasında BİRİNE YAKALANIRSINIZ :)) Ya da öyle bi pozisyonun kenarından dönersiniz. Bu adrenalin hiçbir şeye benzemez. Diğeri TESTİSLERİNİZDEN biri büyük biri küçüktür. Bu sizin en büyük sırrınız ve kanayan yaranızdır artık. Onu kimselere soramazsınız. (Gerçek anomalileri olanları kimbilir ne acılar çeker) Bu saçma sır bile, sizi aslında sol testisin, diğerinden büyük olduğunu öğrendiğiniz ana kadar, öyle silkeler ki intiharın eşiğinde, taşikardi ile köşe kapmaca oynarsınız.
Şimdi lise çağlarındasınızdır ve bambaşka bir derdiniz olur. Koltukaltı ve apışarasında korkunç siyahlıkta ve hızla uzayan KILLAR. Bunlar çıksa bi dert, çıkmasa ayrı derttir. Üstelik, bu dertleri siz görmezden gelseniz de, çevrenizdekiler bunu dillendirmeye kalkar. Saklayacak yer ararsınız. Arkadaşlarınızın koltuk altları veya maçta yandan görünen kıllar bile sizi tahrik edebilir. Diğer yandan dudağınızın üstünde, giderek kararan "seyrek ibrişimleri" kesmeniz için baskı yapar öğretmenler. Daha korkuncu vardır. Tavuskuşu rengi çatlak bir SES TONU. Ne çocuksunuzdur ne adam, ne erkeksinizdir ne kız. Sesin kendi rengini bulması sürerken adımlarını yükselten bir ÖFKE vücudunuzu sarar. Kimse anlamaz olur sizi. Düşman kesilirsiniz ebeveynlerinize. Hızlı büyümeye ayak uyduramayınca gizli ağlama seansları başlar. Tüm bunlara karşın küçük yaşlarda gerçek seksi tatmış olanlar da tutkularının esiri olur ve yalanlarla ya birden fazla kişiyi idare eder ya daha değişik zevklerin peşinde kariyer planlarının iplerini gevşetirler. Yazının başındaki "Erkeklerin Kendi Hayatını Karartması" hadisesi de bu TUTKU TUTSAKLIĞI'ndadır işte.
Gaylerin yukarıda anlattığım atmosfer içindeki acısı ise katmerlidir. Bu yukarıda saydığım gizli dertlere ilaveten, yanlış cinse duyulan ilginin suçluluğu sizi önüne katıp götürür. Duygularınızla duyduklarınız arasında mengeneye sıkışırsınız. Diğer çocuklar gibi olmadığınıza üzülürsünüz. Ta ki bunun yanlış olmadığını size söyleyen uygun kişiyi bulana kadar. Onun kolları arasında tüm yaşananlar unutulur gider.
Bu öyküyü burada bu güzel cümleyle bitirmeyi isterdim ama, andropoza yakın bir dönemde başlayan hızlı tersine dönüşüm sürecinde, benzer duyguların ayak seslerini duyar gibiyim:)
King yazının interaktif olmasını dilemiş. Eksik olanlarını yorumlarda tamamlayın dilerseniz. Ya da bu yazının devamını birlikte yazalım.
*********************************************************************************
buradan sonrasını okumayın isterseniz.
bu kısmını ergenlik aşamasında olanlar okursa diye yazıyorum:
Çocuklar korkmayın! Yapacağınız tek şey var: okumak ve öğrenmek. Tüm kötü duygularınızın köküne kibrit suyu döker cinsel bilginizi arttırmak. Doğru kaynağa ulaşmak için google amcadan cinsel bilgiler yazarak arayın ama. Porno tuzaklarına kapılmayın boşuna.
3-4 yaşlarında apışaranızda bir fazlalık görüp de, 40 kişi 40 gün "ört, çok ayıp!" dediği zaman başlar onunla ilk maceranız. O güne kadar içinden sarı su akan boru, bir et parçası, annenizin yatağınızı ıslattığı için kesmekle korkuttuğu bi şeydir. O farkındalıkla yakın bi arkadaşınız, sevdiğiniz bir oyuncağınız ve başınızın belası, geleceğinizin kararması anlamına gelir. Neden böyle dediğimi ilerileyen cümlelerde anlayacaksınız.
Eğer doğar doğmaz borunun koruyucu kılıfı (Büyük tüp veya damacana suyun açılmadığını gösteren söküp attığınız plastik şeridini düşünün) alınmamışsa, herkesin ört dediği o "malın" kalabalıklar önüne çıkarılması mecburiyeti doğar. E hani ayıptı abi ? Tamam ata bindik, faytona bindik mindik, davullar çaldı, sigara içtik ama, aç diyosunuz resmen abi yaa. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu derim size. Eğer bu operasyon ilkokul 3'e kadar hallolursa, o kadar da kalıcı etkisi olmaz, ama sonrasında daha aklınıza "SÜNNET olacağınız" geldiği anda kanınız çekilir, kalbiniz hızlanır, pipiniz küçülür. Sizin dışınızda onunla övünen anneniz babanız dedeniz hep gündemde tutup, unutmanıza izin ermez. Bir arkadaşınız sünnet olur ve onunkini görürsünüz. Amanın ne çirkin bi şeydir. Keloğlan gibi dersiniz. Çünkü sizin bamyaya benzemiyordur artık. Acıdı-acımadı, kanadı-kanamadı, çabuk iyileşti-iyileşmedi şeklinde sürüyle hikaye duyarsınız. Kafanızın içinde boş konuşma balonları dolanır durur.
Sonra oyun aralarında topluca duvara işeme merasimlerinde, sizinkinden farklı renkte ve boyda olanlarının varolduğunu yangözle de olsa görür ve farklılığı duyumsarsınız. Bu da içinize ayrı bi dert olur. Çünkü "karşılaştırmalar hep tehlikelidir". Hele ki bir yetişkininkini görmüşseniz, dünya artık inanılmaz bir gerçeküstü mekana dönüşür. Bu minicik şeyin o kadar büyüyebileceğine dünyada akıl sır erdiremezsiniz. Ve hoşgeldin KOMPLEKSLER DÜNYASI:) (Daha ileri aşaması da var ama onu burada yazamıyorum. Yani bir çocuk anlık görüntüler dışında uzun uzun başka büyük organlar gördüğünde de saplantılar, sapmalar başlayabilir.) Bu durumda kafanızın içindeki balonlar birer mayındır ve patlamaları travmatik olur. Erken yaşta keşfedilen cinsellik büyük nehrin yatağını değiştirebilir. Bu nedenle de günümüzde internet, daha doğrusu "her türlü çarpık cinsel fantaziye kolay ulaşır olmak" büyük tehlike.
Sünnet günü gelip çattı mı önce 2 adam pantolonunuzu kilodunuzu çıkarttırır, kollarınızdan tutar, sünnetçi uyuşturucuyu yapar. Sanırsınız ki 3 kişiyle bitecek. Biri kucağında kadınların arasından geçirip 30-40 erkeğin olduğu odaya getirir. Artık acıma korkusu filan değildir hissettiğiniz. "Ayıp organınızı teşhir mecburiyeti öfkesi" vardır gözbebeklerinizde. Sırtüstü yatırıldığınızda 30-40 kişinin yüzleri belirginleşmeye başlar. Öğretmeniniz, dayınız, amcanız, kuzeniniz, dedeniz, babanız, savcı bey, bakkal amca, astsubay... Artık ellerinizi başınızın altına bağlatırlar. Siz de oldu olcak kırıldı nacak yayarsınız itice d.şşakları. Gören gördü artık. 1 hafta sonra öğretmenimin yüzüne nasıl bakacağım dersiniz bir an. Sonra en tatlı küfür dökülür içinizden ve gevşersiniz : s.ktiiiiiiiiiiiiiiiirrrrrrrrrr! Tam o sırada ya meraklı kızkardeşiniz ya da mahalleden bir kız kapı aralığından bakarken gözgöze gelirsiniz. İşte o en korkuncudur. Gevşemeniz çabuk geçer. Kalkıp koşturamazsınız bakmaya devam eder.
Kalabalık gider. Bizbize kaldığınız zaman yengeler, arkadaşınızın annesi, ablalar "bi bakiim" demeye başlar. Annenizden, teyzenizden başkasına mahrem saydığınız "bebeğinizi" söz geçiremeyip bir-ikisine gösterirsiniz, ama kızkardeşinize asla! Sonra kazara gömleğiniz değer geceniz ilerleyen saatlerinde. Diğerleri arkasını döner, 2 kadın eğilip üflemeye başlar. Bu en eğlenceli kısımlarından biridir. Süslü yatağınız, takılar, oyuncaklar... utancınızı gizleyemez. O gece anneniz başucunuzda uykusuz kalır. Ertesi sabah uyandığınızda başbaşa olduğunuz duygu, erkeklik duygusu değildir. "Keloğlan görmüş padişah kızı" gibi o sevimsiz görüntüye alışma turlarıdır. Bir hafta sonra göz alışır, sokaklarda elinizde 10 cm uzakta tutmaya çalıştığınız uzun gömlekle fütursuzca gezer oyunlara katılırsınız. (Bu arada teknoloji çok ilerlemiş bknz alttaki resim:))
Bu macerayı atlattıktan sonra ortaokul sıralarında size yabancı tabirler, hikayeler, abartmalar çalınır kulağınıza. 31 denen bir şey uydurmuştur biri. Önce inanılmaz gelir. Derken hormonlar hafiften dürtükler ve o akordeon gibi büzüşük şey bilinç dışı uzayıp kısalmaya başlar. Bilinç dışı boşluğun altını yalan yanlış kulaktan dolma şeyler doldurdukça uzamalar anlam kazanır. Baş bölgesi hassaslaşır ve onun yumuşak karnını bulduğunuz için kızdırmak, alay etmek hoşunuza gider. Yalnız kaldığınız her an o oyuncakla oynamak istersiniz. Artık öğrendiğiniz o tabirleri gizliden araştırmak, gerçekliklerini denemek üzerine bir çaba başlar. Yüzünüz de kızarsa cinsellikten bahseden abilerin "yoğunerkek ortamlarını" (kürek muhabbetlerini) terketmezsiniz.
Artık cinsellik bilginiz, "hızlandırılmış yalaneğitimini" tamamlayıp, master için kaynak kitap arayışındadır. Bu kaynak ise elden ele gezen bir porno dergide saklıdır. O dergiyi istemek ayıptır. bakıyor görünmek de. Çünkü o yaşların olmazsa olmazı bir düşmanı gardiyanlık yapmaktadır: ERGEN ALAYI. Her şeyiniz alay konusu olur. Türkçenin uygun bütün fiilleri sizi aşağılar. Hiçbirinizin denemediği eylemlerin kolaycılığı altında size "giren-çıkan" lafların haddi hesabı yoktur.
Artık siz de, bitirdiğiniz sandığınız "cinsellik okulunun çalışkan öğrencisi" olarak ev ödevinize başlarsınız. Şimdi MASTER yapma zamanı gelmiştir. Master zevklidir. Sınav yoktur. Ders yoktur. Sadece beklediğiniz ödül yoktur ortada. Ama zevk vardır. Tatlı mamaya dadanmış bebek gibi o tatlı sarhoşlukla oynaşırsınız. ORKAZIM AMCA sizi rüyalarınızda ziyarete başladığının ertesi günü büyük utanç başlar. Beklediğiniz ödül: kilodunuza dünya haritasını çizmiştir. Ama bu sarhoşluğun bedeli ağır olur. Çünkü, herkesin bunu bildiğini sanırsınız. Kilodu annenizden saklamak lazımdır. Elde yıkayıp, yelde kurutur donsuz gezersiniz. Tekrar ne zaman geleceği belirsizdir. Anneniz söyleyeceğiniz en son kişidir. Sizi yıkamak isterse fellik fellik kaçarsınız.
Artık diğer çocuklara "geldiğini" sezdirmek ama "miktarını saklamak" konusunda kalkan geliştirirsiniz. Ev partileri dönemi başlamıştır, kızlarla dans etmekten kaçarsınız. Kazara değen göğüsleri, dokunduğunuz omuzları önünüzdeki kabarıklığı saklamaya çalışma işkencesine döner. Bu işkenceye karşı artık daha bol şeyler giymeye başlamışsınızdır. Aileniz anlam veremez. Bannyodan çıkınca bakayım büyüdü mü diyen anneniz sizi çileden çıkarır. Kızların o sıralarda ne yaşadığı sizi zerre kadar ilgilendirmez. Onlar artık eğlenceli sıra arkadaşları değil, karşı cinstir. Saçma kaprisler ve fısırdaşmalarla ters konuşurlar. Okuldan çıkınca fısırdaşarak birbirlerinin beline hırka bağlarlar anlam veremezsiniz. Her lafınıza "Terbiyesiz!" diye tepki verirler.
Oysa siz gizli oyuncağınızla oynadıkça özgüveniniz giderek artar. Orkazım Amcayla samimiyetiniz ilerler. Hızla kilo kaybetmeye başlarsınız. Orgazm Amca asosyaldir. Yalnızlığı ve soteyi sever. İşin kötüsü doyumusuzdur. Altetmek için giriştiğiniz her savaştan mağlup ayrılırsınız. Ancak Orkazım Amcayla fazla samimiyetten öğrendiğiniz şeyler de vardır: Söylenenlerin çoğu yalandır. Artık Amcanın ciğerleri sökülürcesine kustuğu beyaz sıvının miktarı, rengi, kokusu, tadını bilirsiniz. Çok yapınca kan gelmez. Birileri sizi keklemiştir. Tecrübeyle sabittir.Diğer çocuklar masturbasyon için envai çeşit sabunlar, kavunlardan bahseder. Bulanırsınız. Beden derslerinde soyunmaktan utanırsınız. Tabii kızları eşofmanlı görmekten de:)
Orkazım Amcayı sevmeyen iki kişi girer hayatınıza tam o sırada: Din Hocası ve sizin neler yaptığınızı sezen ve sizle konuşma girişiminde bulunan babanız. Kem küm edip üstü kapalı konuşmaya kalkan babanızı anlamazdan gelerek, geçiştirme cevaplarla başınızdan savarsınız. O da size "fazla yapmanın kör ettiği" konusunda saçma inancı yerleştirir. Din hocası "boyabdestsiz gezmenin günahını" sokar içinize. Artık bu zıt ve ezici baskılar içine koyu bir SUÇLULUK DUYGUSU girmiştir. O suçluluk duygusu çoook uzun bir süre (kendinizi bilgiyle beslemedikçe) sizi terketmez. Hatta her boşalmadan sonra PİŞMANLIK olarak hortlar. Çok yapınca çocuğunuzun olmayacağını sanırsınız.
Bu arada 2 büyük tehlike ortaya çıkar. Biri: mutlaka yaparken veya sonrasında BİRİNE YAKALANIRSINIZ :)) Ya da öyle bi pozisyonun kenarından dönersiniz. Bu adrenalin hiçbir şeye benzemez. Diğeri TESTİSLERİNİZDEN biri büyük biri küçüktür. Bu sizin en büyük sırrınız ve kanayan yaranızdır artık. Onu kimselere soramazsınız. (Gerçek anomalileri olanları kimbilir ne acılar çeker) Bu saçma sır bile, sizi aslında sol testisin, diğerinden büyük olduğunu öğrendiğiniz ana kadar, öyle silkeler ki intiharın eşiğinde, taşikardi ile köşe kapmaca oynarsınız.
Şimdi lise çağlarındasınızdır ve bambaşka bir derdiniz olur. Koltukaltı ve apışarasında korkunç siyahlıkta ve hızla uzayan KILLAR. Bunlar çıksa bi dert, çıkmasa ayrı derttir. Üstelik, bu dertleri siz görmezden gelseniz de, çevrenizdekiler bunu dillendirmeye kalkar. Saklayacak yer ararsınız. Arkadaşlarınızın koltuk altları veya maçta yandan görünen kıllar bile sizi tahrik edebilir. Diğer yandan dudağınızın üstünde, giderek kararan "seyrek ibrişimleri" kesmeniz için baskı yapar öğretmenler. Daha korkuncu vardır. Tavuskuşu rengi çatlak bir SES TONU. Ne çocuksunuzdur ne adam, ne erkeksinizdir ne kız. Sesin kendi rengini bulması sürerken adımlarını yükselten bir ÖFKE vücudunuzu sarar. Kimse anlamaz olur sizi. Düşman kesilirsiniz ebeveynlerinize. Hızlı büyümeye ayak uyduramayınca gizli ağlama seansları başlar. Tüm bunlara karşın küçük yaşlarda gerçek seksi tatmış olanlar da tutkularının esiri olur ve yalanlarla ya birden fazla kişiyi idare eder ya daha değişik zevklerin peşinde kariyer planlarının iplerini gevşetirler. Yazının başındaki "Erkeklerin Kendi Hayatını Karartması" hadisesi de bu TUTKU TUTSAKLIĞI'ndadır işte.
Gaylerin yukarıda anlattığım atmosfer içindeki acısı ise katmerlidir. Bu yukarıda saydığım gizli dertlere ilaveten, yanlış cinse duyulan ilginin suçluluğu sizi önüne katıp götürür. Duygularınızla duyduklarınız arasında mengeneye sıkışırsınız. Diğer çocuklar gibi olmadığınıza üzülürsünüz. Ta ki bunun yanlış olmadığını size söyleyen uygun kişiyi bulana kadar. Onun kolları arasında tüm yaşananlar unutulur gider.
Bu öyküyü burada bu güzel cümleyle bitirmeyi isterdim ama, andropoza yakın bir dönemde başlayan hızlı tersine dönüşüm sürecinde, benzer duyguların ayak seslerini duyar gibiyim:)
King yazının interaktif olmasını dilemiş. Eksik olanlarını yorumlarda tamamlayın dilerseniz. Ya da bu yazının devamını birlikte yazalım.
*********************************************************************************
buradan sonrasını okumayın isterseniz.
bu kısmını ergenlik aşamasında olanlar okursa diye yazıyorum:
Çocuklar korkmayın! Yapacağınız tek şey var: okumak ve öğrenmek. Tüm kötü duygularınızın köküne kibrit suyu döker cinsel bilginizi arttırmak. Doğru kaynağa ulaşmak için google amcadan cinsel bilgiler yazarak arayın ama. Porno tuzaklarına kapılmayın boşuna.
Olsaydım...
Bankada çalışma zorunluluğun kalmasa ne yapmak isterdin? Para kazanma derdin olmasa... dedi arkadaşım.
Düşündüm de... Bulmak zor olmadı hiç. Sıraya soktum. Hepsi de bana yakın meslekler:
İlk sırada tiyatro sanatçılığı var. İçimde en büyük ukdelerden biridir. Zaten onu olduğumda dünyanın bütün mesleklerini giyinmiş gibi olurdum.
Sonra ressamlık gelir. Kendime ait bir atölyem olmalı ve özgürce çizebilmeliyim 24 saat. Ya da iç mimar, desinatör hatta hatta stilist olabilirdim.
Coşkun Aral gibi fotoğraf makinamla dünyayı gezmek de bana göre.
Dansçı da olabilirdim. Modern dans hatta oryantal dansör. Dünya çapında bir sanatçı olabilrdim.
Sonra yazarlık geliyor ki bu hedefe ulaşmam hala zor değil.
Hadi hiçbirini olamadım, animatör yada bodrumda su kabaklarına boncuk takan bir zanaatkar olmaya da razıyım.
Sonuçta... yaratıcılık baba, yaratıcılık olan her meslek bana yakındır.
Düşündüm de... Bulmak zor olmadı hiç. Sıraya soktum. Hepsi de bana yakın meslekler:
İlk sırada tiyatro sanatçılığı var. İçimde en büyük ukdelerden biridir. Zaten onu olduğumda dünyanın bütün mesleklerini giyinmiş gibi olurdum.
Sonra ressamlık gelir. Kendime ait bir atölyem olmalı ve özgürce çizebilmeliyim 24 saat. Ya da iç mimar, desinatör hatta hatta stilist olabilirdim.
Coşkun Aral gibi fotoğraf makinamla dünyayı gezmek de bana göre.
Dansçı da olabilirdim. Modern dans hatta oryantal dansör. Dünya çapında bir sanatçı olabilrdim.
Sonra yazarlık geliyor ki bu hedefe ulaşmam hala zor değil.
Hadi hiçbirini olamadım, animatör yada bodrumda su kabaklarına boncuk takan bir zanaatkar olmaya da razıyım.
Sonuçta... yaratıcılık baba, yaratıcılık olan her meslek bana yakındır.
Masturbasyon ve Sünnet
Yarınki konum ergen (bir erkek) gözünden masturbasyon ve sünnetin duygusal anatomisi.
Değişen duygular, artan hormonlar, suçluluk duygusu, korkular, utanç, merak, orgazm...
Sünnette ayıp olan ne? Önemli olan işlevi sorunsalının kökleri ne? Masturbasyon zararlı mı? Hangi korkulardan geçilir? Pişmanlık ve suçluluk ne zaman yakamıza yapışır? Gaylerin acısı ne?
Değişen duygular, artan hormonlar, suçluluk duygusu, korkular, utanç, merak, orgazm...
Sünnette ayıp olan ne? Önemli olan işlevi sorunsalının kökleri ne? Masturbasyon zararlı mı? Hangi korkulardan geçilir? Pişmanlık ve suçluluk ne zaman yakamıza yapışır? Gaylerin acısı ne?
Bu konuda ayrıca:
ergenlik,
masturbasyon,
sünnet
G.T EŞMECE
-dünkü yazımın devamı-
Ne diyordum. İlk anlattığım oyunlar daha masum zamanlarımıza denk gelenlerdi. Ergenliğe göz kırptığımız yıllarda ise içimizdeki hormonların dürtüklemesiyle cinsel göndermeli, dokunmalı ve edepsiz kelimeleri sarfetmeye dönük oyunlar giriverdi hayatımıza. Bu yolla ilk flörtler, ilk düşmanlıklar, ilk eğilimler başlar gibi oldu. Yasak olan kelime ve eylemlerle, henüz yaşanmamış olanın cazibesi bizi bu büyülü oyunlara çekiyordu. Görüntüde herşey oyundu. Şimdi bu oyunları ele alalım.
G.T EŞMECE:
En az 5 kişiyle oynanır ki tadı çıksın. Önce çevreden en az 50 cm'lik sağlam ağaç dalı bulunur. Çıta olmaz, elinize kıymık batar. Kamış olabilir ama sağlam olmalı. Bir tane çomak, 10 tane çelik yapılır (izel-çelik-çomak üçlüsünün çeliği). Varsa minik lastik top, yoksa limon kabuğu ayarlanır. Halka şeklinde birer metre arayla toprak bir arsada durulur. (Hey Allahım güzelliğe bak, ne şanslıymışız, şimdi toprak arsa bulmak da zor). Durduğunuz yerin etrafına yarım metre çapında daire çizilir. O sizin g.tünüzdür:)) Walla, oyun bööle güzelim, naapıcaan. Onlar çizilirken g.tlü espiriler havada uçuşur. Seninki amma büyük-küçük vs. Elbetteki oyuna ön sevişmeyle başlanır yani sayışmayla. Sona kalan ebedir. Ha bir de uyanıklar vardır. Haydi şu oyunu oynayalım dendiği an guguk kuşu gibi hemen"BİRİNÇ" diye bağırır. Sonra onu diğerleri izler. Meseleye uyanamayan kişi otomatik olarak ebe olur zavallım.
Bir taşın üstüne tahteravalli gibi çomak konur. Çomağın ucuna(yerdeki kısmının üstüne yani) da 12 çelik konur. Biri gelip var gücüyle çomağa basar ve tüm çelikler ortalığa saçılır. Ebe çelikleri toplayıp çomağın üstüne koyana kadar tüm çocuklar ellerindeki çomaklarla ebenin "g.tünü eşeler". Öyle ki eğer çelik tutup da yandaki bahçeye düşmüşse ebe alıp gelene kadar bir mezar kazılır. Ebe gelince de bi güzel dalga geçilip kızdırılır ki tadı çıksın:) Ebe çelikleri koyduğu an herkes kendi g.tüne geri döner. Ebe o sırada bağırır. Ne diyodu yaa? İstop olsun. Herkes öylece kalır. Elindeki lastik topu/limon kabuğunu gözüne kestirdiğine atar. Atılan kişi eğilip bükülebilir ama ayaklarını oynatamaz. Vurulursa o ebe olur ve millet yeni g.t heyecanına düşer:)
PIŞIK:
Bu oyunda en az 10 kişi olunur. Ve çift sayı olma zorunluluğu vardır. 9 kişiyseniz sevmediğiniz ama sizi uzaktan seyreden şişman kıza da gidip oyuna katılmaya ikna etmek zorundasınızdır. Kızlı erkekli oynanması esas. İki gruba ayrılınır. 3 m arayla iki çizgi çekilir. Hangi grup başlayacaksa kafakafaya verip sessizce karşı gruptan birini seçer. Bu kişiye aslında kur yapılacaktır. Grubun yakışıklısı ya da fırlaması genel olarak aynı kızı seçer. Sonra diğer grup arkasını döner. Herkes planlanan kişiye sessizce gidip bir jest yapar. Ne biliim yaratıcılığa kalmıştır kıçına şaplak atmak, çimdiklemek, sırtına vurmak, kolunu sıkmak gibi. Herkes tek tek eylemini yaptıktan sonra yerine döner ve alkışlar. Diğer grup da elleşme ziyaretinin bittiğini anlayıp önünü döner ve kendisine kimin geldiğini tahmin etmeye çalışır gelenlerin pişmiş kelle gibi sırıtan yüzüne bakarak. Bilemeyenler diğer takıma geçer. Bu böyle devam eder gider. Taa ki artık o günkü elleme istihkakınız dolana kadar:P
GELİBOLU YANDI TUTUŞTU:
Pışıka benzer. İlk 7 cümlesi aynı. Bu kez ilk grup kafa kafaya verdiğinde diğer grubun verdiği ipucu kelimeden kendisine bir isim seçer. Mesela ebe grup der ki "çiçeklerden olsun" Ayşe kaktüs olur, fatma papatya, ali gül, veli hanımeli. Ama bunu diğerleri duymayacak şekilde fısırdaşırlar. Grubun sözcüsü, ebe grubun sözcüsüne "Gelibolu yandı tutuştuu!" der. O da "Dön dolaş!" der. Sözcü ebe gruptan birini seçer ve onun gözlerini elleriyle kapatır. Sonra der ki "Gelsin gelsiin, hanımeli gelsin!". Herkes ben geleeyim gibisinden ebeye sessizce yalvarır. Veli ayakucunda gelip gözübağlı'nın yanağından makas alır, eline vurur, çimdikler, öper vs. Yerine geçer. Yerine gelince hepsi arkasını dönüp alkışlar. (Niye alkışlıyolarsa artık) Sözcü ebenin gözünü açar ve hanımelinin kim olduğunu tespit etmeye çalışır. Bilirse Veli o gruba geçer bilemezse kendisi diğer gruba. Bu oyun da elbette temas orgazmı ile ya da Ayşe'nin annesinin "nerde kaldın kız evde süpürge seni bekliyo gözün kör olmasın yürü eve!" diye döverek oyunu bozmasına kadar devam eder:)
Ne diyordum. İlk anlattığım oyunlar daha masum zamanlarımıza denk gelenlerdi. Ergenliğe göz kırptığımız yıllarda ise içimizdeki hormonların dürtüklemesiyle cinsel göndermeli, dokunmalı ve edepsiz kelimeleri sarfetmeye dönük oyunlar giriverdi hayatımıza. Bu yolla ilk flörtler, ilk düşmanlıklar, ilk eğilimler başlar gibi oldu. Yasak olan kelime ve eylemlerle, henüz yaşanmamış olanın cazibesi bizi bu büyülü oyunlara çekiyordu. Görüntüde herşey oyundu. Şimdi bu oyunları ele alalım.
G.T EŞMECE:
En az 5 kişiyle oynanır ki tadı çıksın. Önce çevreden en az 50 cm'lik sağlam ağaç dalı bulunur. Çıta olmaz, elinize kıymık batar. Kamış olabilir ama sağlam olmalı. Bir tane çomak, 10 tane çelik yapılır (izel-çelik-çomak üçlüsünün çeliği). Varsa minik lastik top, yoksa limon kabuğu ayarlanır. Halka şeklinde birer metre arayla toprak bir arsada durulur. (Hey Allahım güzelliğe bak, ne şanslıymışız, şimdi toprak arsa bulmak da zor). Durduğunuz yerin etrafına yarım metre çapında daire çizilir. O sizin g.tünüzdür:)) Walla, oyun bööle güzelim, naapıcaan. Onlar çizilirken g.tlü espiriler havada uçuşur. Seninki amma büyük-küçük vs. Elbetteki oyuna ön sevişmeyle başlanır yani sayışmayla. Sona kalan ebedir. Ha bir de uyanıklar vardır. Haydi şu oyunu oynayalım dendiği an guguk kuşu gibi hemen"BİRİNÇ" diye bağırır. Sonra onu diğerleri izler. Meseleye uyanamayan kişi otomatik olarak ebe olur zavallım.
Bir taşın üstüne tahteravalli gibi çomak konur. Çomağın ucuna(yerdeki kısmının üstüne yani) da 12 çelik konur. Biri gelip var gücüyle çomağa basar ve tüm çelikler ortalığa saçılır. Ebe çelikleri toplayıp çomağın üstüne koyana kadar tüm çocuklar ellerindeki çomaklarla ebenin "g.tünü eşeler". Öyle ki eğer çelik tutup da yandaki bahçeye düşmüşse ebe alıp gelene kadar bir mezar kazılır. Ebe gelince de bi güzel dalga geçilip kızdırılır ki tadı çıksın:) Ebe çelikleri koyduğu an herkes kendi g.tüne geri döner. Ebe o sırada bağırır. Ne diyodu yaa? İstop olsun. Herkes öylece kalır. Elindeki lastik topu/limon kabuğunu gözüne kestirdiğine atar. Atılan kişi eğilip bükülebilir ama ayaklarını oynatamaz. Vurulursa o ebe olur ve millet yeni g.t heyecanına düşer:)
PIŞIK:
Bu oyunda en az 10 kişi olunur. Ve çift sayı olma zorunluluğu vardır. 9 kişiyseniz sevmediğiniz ama sizi uzaktan seyreden şişman kıza da gidip oyuna katılmaya ikna etmek zorundasınızdır. Kızlı erkekli oynanması esas. İki gruba ayrılınır. 3 m arayla iki çizgi çekilir. Hangi grup başlayacaksa kafakafaya verip sessizce karşı gruptan birini seçer. Bu kişiye aslında kur yapılacaktır. Grubun yakışıklısı ya da fırlaması genel olarak aynı kızı seçer. Sonra diğer grup arkasını döner. Herkes planlanan kişiye sessizce gidip bir jest yapar. Ne biliim yaratıcılığa kalmıştır kıçına şaplak atmak, çimdiklemek, sırtına vurmak, kolunu sıkmak gibi. Herkes tek tek eylemini yaptıktan sonra yerine döner ve alkışlar. Diğer grup da elleşme ziyaretinin bittiğini anlayıp önünü döner ve kendisine kimin geldiğini tahmin etmeye çalışır gelenlerin pişmiş kelle gibi sırıtan yüzüne bakarak. Bilemeyenler diğer takıma geçer. Bu böyle devam eder gider. Taa ki artık o günkü elleme istihkakınız dolana kadar:P
GELİBOLU YANDI TUTUŞTU:
Pışıka benzer. İlk 7 cümlesi aynı. Bu kez ilk grup kafa kafaya verdiğinde diğer grubun verdiği ipucu kelimeden kendisine bir isim seçer. Mesela ebe grup der ki "çiçeklerden olsun" Ayşe kaktüs olur, fatma papatya, ali gül, veli hanımeli. Ama bunu diğerleri duymayacak şekilde fısırdaşırlar. Grubun sözcüsü, ebe grubun sözcüsüne "Gelibolu yandı tutuştuu!" der. O da "Dön dolaş!" der. Sözcü ebe gruptan birini seçer ve onun gözlerini elleriyle kapatır. Sonra der ki "Gelsin gelsiin, hanımeli gelsin!". Herkes ben geleeyim gibisinden ebeye sessizce yalvarır. Veli ayakucunda gelip gözübağlı'nın yanağından makas alır, eline vurur, çimdikler, öper vs. Yerine geçer. Yerine gelince hepsi arkasını dönüp alkışlar. (Niye alkışlıyolarsa artık) Sözcü ebenin gözünü açar ve hanımelinin kim olduğunu tespit etmeye çalışır. Bilirse Veli o gruba geçer bilemezse kendisi diğer gruba. Bu oyun da elbette temas orgazmı ile ya da Ayşe'nin annesinin "nerde kaldın kız evde süpürge seni bekliyo gözün kör olmasın yürü eve!" diye döverek oyunu bozmasına kadar devam eder:)
THE KING IS NUDE!
King'i soydum arkadaşlar! Hem de gönüllü. Sosyal sorumluluk projelerinde ücretsiz soyunurum diyen King'i çıplaklığa ikna etmek zor olmadı. Bu röportajın gelirleri TGD'ye bağışlanacaktır.
King, sorularım karşısında öyle çıplak hissetti ki kendini, hiç kimse bana bunları sormaya cesaret edememişti gel seni öpüjeem dedi. Öptürmedim tabii... Tatlı Sıpası sonra gelip beni dövsün mü?
King'in başındaki karizmatik haleye çok dokunmamaya gayret ederek mümkün olduğunca insani sorular hazırladım. (Sanki diğerlerine hayvani sordum:P)
1-Dünya turuna çıktın, coğrafi doğrusal bir seyir izlediğin halde hangi ülkeyi pas geçerdin? Niye? Batıyo mu sana? Nesi batıyo?
Uzakdoğu. Hiç ama hiç ilgimi çekmiyor o kültür. Aslına bakarsan yolum düştü o taraflara bir kaç kez. İple çekmiştim bitsin artık diye. Beni Akdenize koyacaksın. İspanya, İtalya, Portekiz. Beş yıl sonra filan gelip al, gıkım çıkmaz.
2-Hayatında yer alan şeylerin özellikle hangilerinin markasız olması daha çok hoşuna gider? ABD ve Avrupa'daki gibi 2. el eşya alıp kullanabilir misin? Evde 2. el olan bir nesne söyle. Ya da dur söyleme ben bileyim. Bilemedim:(
Eski, yıpranmış t-shirt ve sweat giymeyi çok severim. Bedenime hafifçe oturan gömlekleri de. Kardeşimden çok otlanırım. Alışveriş yaptığım belli mağaza ve markalar var açıkçası. Bedenime göre bulmak her zaman çok kolay olmuyor. Erkekler için Türkiye'de ikinci el olayının oturduğuna inanmıyorum.
3-İyi bir sekse eşdeğer görebileceğin yaşadığın veya yaşayacağın ne tür bir deneyim olabilir? Zorla bakalım? Yok demek yasak!
Sex çok özel bir yerde duruyor benim hayatımda. Herşeyi yaşadım bitti durumum kesinlikle yok. Spontan gelişen , aleni flörtler beni felaket tahrik ediyor. Partnerim yanımdaysa devam ederim de yalnızsam dur diyorum kendime.
4-Öve öve bitiremedikleri bi kitabı aldın. Yazar da takdir ettiğin biri. Ne olursa okuma isteğin kaybolur? Tüyo: Yazım yanlışı, cinsiyet ayrımcılığı teması, ticari zihniyet, diyalogsuz uzun metinler, didaktik dil?
Neye çıldırıyorum biliyormusun? Fikir aşılamaya çalışan ucuz kitaplara. İki ucu boklu değnektir böyle kitap yazmak. Ve adam öyle hazırlıksız girişmiş ki bu işe; Bir paragrafta ailenin kutsallığından bahsediyor diğerinde tüm erkekler çok eşlidir aile kurmak onların neyine diyor.
5-Öylesine gittiğin bir film hatırlamanı istiyorum. Çıktığında seni allak bullak etmiş olsun. Hah buldun galiba. Nesi etkiledi bu kadar?
Hiç öyle ağır filmlerden birini yazıp hava atacağımı sanma. Tek isim geliyor aklıma; Great Expectations. Gwyneth Paltrow, Ethan Hawke 1998. Neyimi etkiledi hımm sanırım müziği. Defalarca dinledim.
6-Tesadüflere inanır mısın? Tesadüflere göre rotanı şekillendiri misin? hadi bi güzellik yap da bize, tesadüfen hayatına giren güzel bişii söyle, woaaw diyelim.
Kesinlikle Sıpa'mla tanışmam. Çok beğenirdim onu: Fetişimdi, o derece. Bir türlü yazıya dökemediğim önceki ilişkimi bitirdikten hemen sonra çıktı karşıma. Sonra kulağıma neler geldi ölürsün gülmekten. Meğer Sıpa'm benimle beraber olmayı o kadar istermiş ki adak bile adamış. Kısmet işte.
7-Woaaw! Zamanda geri gitsen neyi değiştirirdin? Hadi ola ki değiştirdin? Sorumluluğunu alabilecek misin?
Kim istemez. Dün akşam yine benzer rüyalarımdan birini gördüm. Çocuktuk hepimiz ve yokuş yukarı o çayırdan koşuyorduk. Otlar yeni kesilmişti ve mis gibi kokuyordu. "Oh" dedim kendi kendime." Her şey aynı". Sanırım meslek seçimimi yeni baştan yapardım Karamel. Kesinlikle mimar olurdum. Çok iddialı bir mimar hem de. Hun Tümertekin gibi, Emre Arolat gibi. Girişimci yanımı kreatif bir meslekle tamamlamak isterdim.
8-Evrensel duyguya en yakın olduğun zamanlar ne zaman? Ne zamanlarda bir dünya vatandaşı gibi görüyor, evrenle bütünleşiyorsun?
Şüpheciyimdir, kolay atlamam. Ama yardıma gerçekten ihtiyaç duyan bir insan karşıma çıkarsa düşünmeden elimden geleni yaparım. Yüzünde ki o ifadeyi görünce, yada bir "sağol abi" duyunca dünyaya gelme amacım bu diyorum.
Deniz kıyısında, insan kalabalığından uzak bir yer. Ya da New York. Bu acayip şehirde kendini yalnız hissetmediğin gibi (çünkü herkes senin gibi arıza) kendini onarıp geri dönersin. Bu arada zırt pırt oraya giden bir adam değilim yanlış anlaşılmasın. Sordun söyledim.
11-Geldik fear factor sorularına... Tuvalete manevi değeri olan bir şey düşürsen alır mısın? Nedir o?
12-İrade zaafiyeti göstereceğin derecede yakınlaştığın bir kişi oldu diyelim, gecenin bir yarısı uygun bir ortamdasınız ve ilk hareket ondan geliyor, o an sonradan pişman olacağını hissedip ona ne dersin kırmamak için? Yine de kırılırsa nasıl telafi edersin?
Bunu bizzat yaşadım. Utanç içindeyim ama yaşadım. Engellenemez bir noktaya geldik. Elleri düğmelerime uzandığında onu durdurdum. Sırtına hafifçe dokundum. Hırçınlaşmasını engellemek için sarıldım. İyi geldi sanırım. Konuşmadan hallettik.
13-Tuvaletin kapısını açtın ve içeride iş arkadaşını uygunsuz vaziyette gördün diyelim. O günden sonra onunla ilgili tutumun ne olur? Onun seni uygunsuz vaziyette görmesi daha mı rahatsız edici? Karşılaştırmalı olarak anlatınız:P
Çok rahat hissettirirdim onu. Bu konuda anlayışım sonsuzdur. Aynısı benim başıma gelse işten atılması için elimden geleni yapardım.
Tek gözüne odaklanır öyle konuşurum. Karşımda tek gözlü biri var gibi konuşunca mesele çıkmıyor. Tecrübeyle sabittir.
15-Yaratıcı zekaya şapka çıkarırken ikiyüzlü olarak içinde filizlenen bir duygu olur mu? Küçümseme? Kıskanma? Mutlaka bir kulp bulma? Cinsel bir fantazi kurma?
16-Son derece homoerotik bulduğun bir olay, kişi, eser var mı?
Olmaz mı var tabii. 55-58 model plymouth ve chevrolet kasalarını, taraklı ve temiz erkek ayaklarını, 1.75 civarı tıknaz bedenleri, gamzeli yanakları, ince ayak bilekleri olan kadınları, kumral saçları, ela gözleri, İlhan Koman'ın Akdeniz heykelini, kaslı gergin baldırları, kalçaya iyice oturan jean pantolonları, gri yada lacivert eşortman altından görünen slip izlerini müthiş çekici ve erotik bulurum.
17-Üstüste çok kez dinlediğin halde sonradan soğuduğun bir parça var mı?
Modern Talking , Chery Cherry Lady . Dayanamıyorum bir yerlerden kulağıma çalınmasına. Beyaz çorapla siyah mokasen ayakkabıyı beraber giymenin havalı sayıldığı bir dönemdi. Aman diyim.
18-Fetişe çalan bir yüceleştirme var mı hayatında? O boyuta gelmese de hissettiğin?
İnsan olarak mı soruyorsun yoksa bir obje olarak mı anlamadım. Ama, yaş farkı olan çiftlerin uyum içinde hayatlarını sürdürmelerini gayet çekici buluyorum. Fiziksel görünümünü koruyan bir adamın, tecrübesiyle genç partnerini koruyup gözetmesi , onu bilgilendirmesi karşılıklı hayatı keşfetmeleri çok özel. Kadın ya da erkek farketmiyor benim için.
Babam ve Oğlum'u izledim tekrar . Çetin Tekindor'un oynadığı yaşlı adam tiplemesi beni dağıtıyor. Sıpa'mın film izlerken duygusal sahnelerde gözlerinin sulandığı her an gülmeye başlıyorum. Bu konuda hiç uymuyoruz mesela.
20-Bazen çok güzel bazen çok çirkin görünen ama özünde güzel veya yakışıklı bulduğun biri var mı?
Aslında evet var. Basketçi bir çocuk. Benden bir kaç yaş küçük. Sporda karşılaşıyoruz. Genelde de saunada. Gözünün içine bakarak konuşanlardan. İki kişi bile olsak yanıma oturuyor. Eli, dizi mutlaka değiyor. Teşhirci. Eh , sen misin yapan. Direkt attım havluyu bende. Artık pek edepli. Hiç ama hiç tipim olmamasına rağmen, çekici buluyorum onu.
21-Ancak 15 yaşından sonra o kadar da önemli olmadığını, ancak 25 yaşından sonra heves ettiğin, ancak 35 yaşından sonra yapmayı becerebildiğin ve ancak 35 yaşından sonra hiç beceremeyeceğini anladığın şeyler nedir?
Benden yaş ve kafa yapısı olarak daha olgun bir partner tecrübem olsun isterdim. Açıkçası kafa yapısı olarak kendine hürmet ettirip, kontrolü eline bırakabileceğim biri fena olmazdı. (Sıpa'm konu dışı aman diyim) Mevcut halimle çok zor artık.
Hımm hımm, oldum olası ağırbaşlı ve olgun kişilere benzetildim. Artık sinirimi bozar haldeydi. Bir travesti yıllar önce yılmaz zafere benzetmişti. Adı kezbandı galiba. Gülmekten yerlere yatmıştık . Gurur duymak anlamında kimse gelmedi aklıma. Olmadı herhalde.
29 Mart 2010 Pazartesi
Yarını bekleyin!
King is Nude!King is Nude! King is Nude! King is Nude! King is Nude!King is Nude! King is Nude! King is Nude!
BEN ESKİDEN ÜNZİLE'YDİM
Bi de diyosunuz "ne çok canın sıkılıyo". Benim sıkılmasın da kimin sıkılsın. Ben 18 yıl Ünzile gibi yaşadım. Evet evet resmen Ünzileydim ben. Meraklıydım ama sınırlarımı bilirdim. Herkes severdi beni. Açıkça Ünzile demezlerdi. Hissederlerdi. Zaten ben de Ünzile olduğumu 3 sene sonra öğrendim. Sezen Aksu "Ünzile" diye bir şarkı yapıp da "korkar durur gitmez köyün en son çitine, inanır o sınırda dünyanın bittiğine" demeseydi Ünzile olduğumu anlayamayacaktım:))
Hani beylik bi laf vardır. TV'de özgeçmişlerini anlatırken derin bir nefes alıp da "babamın memurluk görevi nedeniyle..." diye allandıra ballandıra nerelerde yaşadıklarını, kimlerle tanıştıklarını, neler yiyip neler öğrendiklerini sayıp dökerler. İşte benim hiç öyle olmadı. Babam yerel yönetimde memurdu, hiç tayini çıkmadı. Babam doğma büyüme 5 göbek A..'nın yerlisi olduğundan oralı olduğum halde Türkiye'nin diğer ucunda da doğmadım. Ne can sıkıcı! Düşünsenize! Böyle olunca da susak gibi doğduğum yerde "lönk" diye kaldım. Artık bildiklerim orada olup bitenlerden ibaretti. Allahtan dünyaya açılan 2 kapım vardı:
1- Ceyar, Uzay 1999, Tatlı Sert, Bay Yanlış ve Doğru Ahmet'in yaşadığı aptal kutusu.
2- Babalarının tayini nedeniyle gelen arkadaşlarım.
Bu küçük yerde oyunlarımız da sıkıcıydı. Yeni gelenlerle oyun ithalatı yapmış olurduk. 1983'lerde Özal daha ithalatın kapısını aralamadan biz çatır çatır oyun ithal ediyoduk yani.
Küçüklükten itibaren severek oynadığımız oyunlar vardı. Bunlardan bir kısmını sizler de bilirsiniz. Efenim nedir bunlar, çelikçomaktır, 9 kiremittir, yaka toptur, üçtür beştir, kızlar hoştur, dünya boştur, haydaaaa... (pardon son kısım kayıtlardan çıkarılsın dışarıdan kolbastı çalan bi araba geçti işkillenip yazmışım)
Ama mesela ÖNDE DAVUL ZURNA DUM, GÜZELLİK Mİ ÇİRKİNLİK Mİ? bilir misiniz, ya da GÖT EŞMECE, PIŞIK, GELİBOLU YANDI TUTUŞTU? Bilenler bilmeyenlere anlatsın diyemiicek kadar zarif ve geveze bi adam olduğumdan anlatmadan edemicem. Acele etmeyin sırayla gidiceez. Çişiniz gelirse söyleyin uzun bi yazı olacak.
ÖNDE DAVUL ZURNA DUM: Bu oyunu anneler çoksever. Çünkü çocuklar kapının önünden ayrılmazlar. Oyun için 5 metrelik bir meydan yeterlidir. 7'den 77'ye herkes oynayabilir. Küçükler için "şekerlemeden!" diye bağırıp onları küstürmeye gerek yoktur. Oyunu bıkmadan ve mızıkmadan saatlerce oynayabilirsiniz. Tabii çok ses yaptığınız için balkondan iç donlarıyla çıkıp "eeeh kafamı s.ktiniz, gidin başka yerde oynayın" demezse S.. amca.
Önce ebe lazımdır oyunu doğurtmak için. Ebeyi seçmek için sayışılır. Bir çizgi çekilir. Sübyanlar o çizgiye dizilir. Ebe de gider bi evin duvarına yapışıp, diğerlerine arkasını döner. Ebe ellerini hecelere göre duvara vuruken bir yandan da şöyle der. Öööön-deeeee daaa-vuuul zur-naaaaa DUM! Bu dum çok önemlidir. Duma gelene kadarki kısmı istediği kadar uzatabilir ama o DUM'u diğerlerini hazırlıksız yakalamak için bir çırpıda söyler. Arkası dönük olduğu için ebe görmeden diğerleri yavaşça ebeye yaklaşır. DUM dendiği anda pozisyon bozulmaz, öylece kalınır. Ebe, hareketine devam edenleri gördüklerinin adlarını söyler ve o kişiler oyundan çıkar. Tekrar arkasını dönüp aynı tekerlemeyi söyler. Tek kişi kalana kadar oyun devam eder. Amaa bir tehlike vardır. Arkadan gelenler duvara ellerini duvara değirdiği an ebe 2. oyunda da ebeliğine devam eder. O tek kalan çocuk da ebe kendini hareket halinde gördüğü anda ebe olur. Çok zevklidir.
GÜZELLİK Mİ ÇİRKİNLİK Mİ?: Bu oyunda sanatınızı konuşturma şansı yakalarsınız ve çok komiktir. Yine sayışılarak ebe seçilir. Deminki oyundaki gibi dizilinir. Ebe arkasını döner. Çocuklar hep bir ağızdan sorar: GÜZELLİK Mİ ÇİRKİNLİK Mİ? Ebe de birini söyler. Eğer çirkinlik derse herkes Quazimado gibi kılıktan kılığa girer. Kimi göz kapaklarını ters çevirir, kimi şaşı olur, kimi kulaklarını kepçe yapar, kimi donunu indirir:)) Şenliktir resmen. Sanırsın Maykıl'ın arkasında Trilır güruhu Viyana kapılarını zorluyor. Güzellik mi dese ayrı bi alem. Victorya's Secret mankenleri halt etsin. Kızlar etekleri kısaltır, toplu saçlar açılır, etekler iki yandan tutulur, erkekler Sibel Can götürmüş Karahan bakışıyla bakar... Ama her seferinde yeni bi şey yapmak zorundasındır. Ebe içlerinden en beğendiğini söyler. Sonra nası oluyor da bitiyordu bu oyun yaa? Yaşlanmışım bak:((
Hadi gerisi de yarına kalsın. Görüşürüz.
Hani beylik bi laf vardır. TV'de özgeçmişlerini anlatırken derin bir nefes alıp da "babamın memurluk görevi nedeniyle..." diye allandıra ballandıra nerelerde yaşadıklarını, kimlerle tanıştıklarını, neler yiyip neler öğrendiklerini sayıp dökerler. İşte benim hiç öyle olmadı. Babam yerel yönetimde memurdu, hiç tayini çıkmadı. Babam doğma büyüme 5 göbek A..'nın yerlisi olduğundan oralı olduğum halde Türkiye'nin diğer ucunda da doğmadım. Ne can sıkıcı! Düşünsenize! Böyle olunca da susak gibi doğduğum yerde "lönk" diye kaldım. Artık bildiklerim orada olup bitenlerden ibaretti. Allahtan dünyaya açılan 2 kapım vardı:
1- Ceyar, Uzay 1999, Tatlı Sert, Bay Yanlış ve Doğru Ahmet'in yaşadığı aptal kutusu.
2- Babalarının tayini nedeniyle gelen arkadaşlarım.
Bu küçük yerde oyunlarımız da sıkıcıydı. Yeni gelenlerle oyun ithalatı yapmış olurduk. 1983'lerde Özal daha ithalatın kapısını aralamadan biz çatır çatır oyun ithal ediyoduk yani.
Küçüklükten itibaren severek oynadığımız oyunlar vardı. Bunlardan bir kısmını sizler de bilirsiniz. Efenim nedir bunlar, çelikçomaktır, 9 kiremittir, yaka toptur, üçtür beştir, kızlar hoştur, dünya boştur, haydaaaa... (pardon son kısım kayıtlardan çıkarılsın dışarıdan kolbastı çalan bi araba geçti işkillenip yazmışım)
Ama mesela ÖNDE DAVUL ZURNA DUM, GÜZELLİK Mİ ÇİRKİNLİK Mİ? bilir misiniz, ya da GÖT EŞMECE, PIŞIK, GELİBOLU YANDI TUTUŞTU? Bilenler bilmeyenlere anlatsın diyemiicek kadar zarif ve geveze bi adam olduğumdan anlatmadan edemicem. Acele etmeyin sırayla gidiceez. Çişiniz gelirse söyleyin uzun bi yazı olacak.
ÖNDE DAVUL ZURNA DUM: Bu oyunu anneler çoksever. Çünkü çocuklar kapının önünden ayrılmazlar. Oyun için 5 metrelik bir meydan yeterlidir. 7'den 77'ye herkes oynayabilir. Küçükler için "şekerlemeden!" diye bağırıp onları küstürmeye gerek yoktur. Oyunu bıkmadan ve mızıkmadan saatlerce oynayabilirsiniz. Tabii çok ses yaptığınız için balkondan iç donlarıyla çıkıp "eeeh kafamı s.ktiniz, gidin başka yerde oynayın" demezse S.. amca.
Önce ebe lazımdır oyunu doğurtmak için. Ebeyi seçmek için sayışılır. Bir çizgi çekilir. Sübyanlar o çizgiye dizilir. Ebe de gider bi evin duvarına yapışıp, diğerlerine arkasını döner. Ebe ellerini hecelere göre duvara vuruken bir yandan da şöyle der. Öööön-deeeee daaa-vuuul zur-naaaaa DUM! Bu dum çok önemlidir. Duma gelene kadarki kısmı istediği kadar uzatabilir ama o DUM'u diğerlerini hazırlıksız yakalamak için bir çırpıda söyler. Arkası dönük olduğu için ebe görmeden diğerleri yavaşça ebeye yaklaşır. DUM dendiği anda pozisyon bozulmaz, öylece kalınır. Ebe, hareketine devam edenleri gördüklerinin adlarını söyler ve o kişiler oyundan çıkar. Tekrar arkasını dönüp aynı tekerlemeyi söyler. Tek kişi kalana kadar oyun devam eder. Amaa bir tehlike vardır. Arkadan gelenler duvara ellerini duvara değirdiği an ebe 2. oyunda da ebeliğine devam eder. O tek kalan çocuk da ebe kendini hareket halinde gördüğü anda ebe olur. Çok zevklidir.
GÜZELLİK Mİ ÇİRKİNLİK Mİ?: Bu oyunda sanatınızı konuşturma şansı yakalarsınız ve çok komiktir. Yine sayışılarak ebe seçilir. Deminki oyundaki gibi dizilinir. Ebe arkasını döner. Çocuklar hep bir ağızdan sorar: GÜZELLİK Mİ ÇİRKİNLİK Mİ? Ebe de birini söyler. Eğer çirkinlik derse herkes Quazimado gibi kılıktan kılığa girer. Kimi göz kapaklarını ters çevirir, kimi şaşı olur, kimi kulaklarını kepçe yapar, kimi donunu indirir:)) Şenliktir resmen. Sanırsın Maykıl'ın arkasında Trilır güruhu Viyana kapılarını zorluyor. Güzellik mi dese ayrı bi alem. Victorya's Secret mankenleri halt etsin. Kızlar etekleri kısaltır, toplu saçlar açılır, etekler iki yandan tutulur, erkekler Sibel Can götürmüş Karahan bakışıyla bakar... Ama her seferinde yeni bi şey yapmak zorundasındır. Ebe içlerinden en beğendiğini söyler. Sonra nası oluyor da bitiyordu bu oyun yaa? Yaşlanmışım bak:((
Hadi gerisi de yarına kalsın. Görüşürüz.
27 Mart 2010 Cumartesi
Zeytin Çekirdenliği
Just Relax Berna (Ah canım Ahmet, Akrep Nalan ya da Of aman Nalan gibi oldu)eğer zeytin çekirdeği gibi kurudum kaldım demeseydi bu güzel yazı ortaya çıkmayacaktı. Onunkine de şuradan gözatarsınız herıld yaaani.
Size zeytine, zeytin çekirdeğine ve onun çağrıştırdıklarına ilişkin bir şeyler aktarmak istiyorum. Öncelikle arkadaşımın başından geçen ufak bir anekdotu öyküleştirdim oradan başlayalım:
ÇEKİRDENLİK
-Haaa... Anladııım: zeytin çekirdenliğiii...
Zeytin ağacını nasıl bilirsiniz? Ben anneannem gibi bilirim. Ölmez ağacı olarak da bilinen bu ağaç çok uzun yaşar ve tarihe olan tanıklığın izlerini anneannem gibi yüzünde, gövdesinde yansıtır. Onu o haliyle daha çok seversiniz. Bodur ve buruşuktur. Ama kaya gibi de sağlam. Bir zeytin dalını kesmeyi veya koparmayı denediniz mi hiç? Ağacın sert yaprakları her daim yeşil görünmesini sağlarken, ne zaman dokunsanız soğuk ve serttir. Bir yapraklar çok rahat yüzünüzü çizebilirsiniz. Kurudukça keskinliği artar.
Ağaç aslında soğanlı bir bitkidir. Bunu 35 yaşımda öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Rumlardan kalan "deli(yabani)" bir zeytin ağacını kökleyen kepçe, alıp da açılmış bir çukura oturttuğunda sulayıp tekrar can bulmuş, 85 yaşındaki Recep Amca göz aşısı yaptıktan 1 yıl sonra da yeni aşıdan çıkan sürgün 3-5 zeytin yapmıştı bile.
Zeytinin 22 çeşit gıda barındırdığına ilişkin babamın telkinleri nedeniyle zeytini pek severim. Ama asıl sevdiren telkinler değil kuşkusuz. "Taşta zeytindir" Çekiçte zeytin olarak da bilinen bu yöntem, iki taş arasında zeytinlerin ezilip, suda 1 hafta bekletilip, acı suyu süzüldükten sonra tuzlu su ile saklanmasına dayanır. Evimde hala bu zeytin vardır ve bir oturuşta acılığı ve aşırı tuzu gitmiş bu zeytindenden 20-25 tane yiyebilirim.
Zeytin yağ haline dönüştükten sonra bambaşka bir güzelliğe bürünür. Bu haliyle artık erotiktir. Uzun zarif şişeler içinde sergilenen zeytin yağı artık 40'ına merdiven dayamış bir kadın kadar şuhtur ve güzelliğini güneşten alır. Bu nedenle estetiktir, kışkırtıcıdır. Çekirdeği çıkarılıp içine kırmızı biber konmuş zeytin ise estetiklidir. Bayrak kırmızısı ruj ve oje sürmüş bir konsomatris kılığında ancak paralı müşterisine gider.
Çekirdekleri ise çocukluğumda "EV" ve "SG" yazdığım en ucuz oyuncaklardır. Bunların bazı köy camilerinde tesbih olduğunu görmüşlüğüm de vardır. Zeytin artık renginden ve kokusundan soyunmuş, size erkeksi yanını göstermektedir. Zeytin çekirdeğinden zeytin çıktığına şahit olmadım ama ağacın dibinden piç dediğimiz sürgünlerin fışkırdığını çok gördüm.
Zeytinin binbir yüzünü gösteren bu resimler sizce de çok estetik değil mi?
Size zeytine, zeytin çekirdeğine ve onun çağrıştırdıklarına ilişkin bir şeyler aktarmak istiyorum. Öncelikle arkadaşımın başından geçen ufak bir anekdotu öyküleştirdim oradan başlayalım:
ÇEKİRDENLİK
Uzun süre baktığı avuç içi kadar minik kaseleri anlamlandıramayan çocuk annesinin kulağına eğilip soruyor ne işe yaradıklarını. Gülüşerek bakışıyor iki kadın. Ona zeytinin çekirdeklerini koyacağız güzelim, diyor ev sahibi. Gözleri ışıyan çocuk anlamanın büyük zaferiyle anafikrini sunuyor:
Zeytin ağacını nasıl bilirsiniz? Ben anneannem gibi bilirim. Ölmez ağacı olarak da bilinen bu ağaç çok uzun yaşar ve tarihe olan tanıklığın izlerini anneannem gibi yüzünde, gövdesinde yansıtır. Onu o haliyle daha çok seversiniz. Bodur ve buruşuktur. Ama kaya gibi de sağlam. Bir zeytin dalını kesmeyi veya koparmayı denediniz mi hiç? Ağacın sert yaprakları her daim yeşil görünmesini sağlarken, ne zaman dokunsanız soğuk ve serttir. Bir yapraklar çok rahat yüzünüzü çizebilirsiniz. Kurudukça keskinliği artar.
Ağaç aslında soğanlı bir bitkidir. Bunu 35 yaşımda öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Rumlardan kalan "deli(yabani)" bir zeytin ağacını kökleyen kepçe, alıp da açılmış bir çukura oturttuğunda sulayıp tekrar can bulmuş, 85 yaşındaki Recep Amca göz aşısı yaptıktan 1 yıl sonra da yeni aşıdan çıkan sürgün 3-5 zeytin yapmıştı bile.
Yeşilden kırmızıya oradan da siyaha olan yolculuğunda zeytinin meyvesi ise renk cümbüşü, parlaklığı ile sizi büyülerken, albenisine kapılıp ağzınıza attığınızda acılığı ile şaşırtır.
Bu deneyim benim 6-7 yaşlarıma denk geliyor olsa gerek. Sonbahar ayazında erken saatlerde zorla götürüldüğüm zeytin toplama ritüeli herşeye karşın barındırdığı sıcak anılarla içimi ısıtıyor. Zeytin sırasında köpeğimiz Şen'le koşturmaca, semizotu sandığım kaşındıran sütleğen çiçeği ile ilk tanışma, bağ çubuklarından yakılan ateşte bayır mantarı ve peynir közleme, Şen'in tavşan yuvası bulması, babamın 9 tane tavşanı kulaklarından tutup çıkarması, ablamla benim onları kesmemesi bize vermesi konusundaki ısrarlarımız, ayazda kuruyan gözyaşlarımız, büyüklerimize kestikleri için süren küskünlüğümüz ve akşama tavşan kızartması ziyafeti...
Zeytin yağ haline dönüştükten sonra bambaşka bir güzelliğe bürünür. Bu haliyle artık erotiktir. Uzun zarif şişeler içinde sergilenen zeytin yağı artık 40'ına merdiven dayamış bir kadın kadar şuhtur ve güzelliğini güneşten alır. Bu nedenle estetiktir, kışkırtıcıdır. Çekirdeği çıkarılıp içine kırmızı biber konmuş zeytin ise estetiklidir. Bayrak kırmızısı ruj ve oje sürmüş bir konsomatris kılığında ancak paralı müşterisine gider.
Çekirdekleri ise çocukluğumda "EV" ve "SG" yazdığım en ucuz oyuncaklardır. Bunların bazı köy camilerinde tesbih olduğunu görmüşlüğüm de vardır. Zeytin artık renginden ve kokusundan soyunmuş, size erkeksi yanını göstermektedir. Zeytin çekirdeğinden zeytin çıktığına şahit olmadım ama ağacın dibinden piç dediğimiz sürgünlerin fışkırdığını çok gördüm.
İleride şöyle bir zeytin dalı dövmesi yaptırmak hiç fena olmaz. Zeytin dalı barışın da simgesidir sahi.
Zeytinin binbir yüzünü gösteren bu resimler sizce de çok estetik değil mi?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)