28 Şubat 2011 Pazartesi

Takıntırık Mim

Serhat denilen insan tarafından mimlenmişim :)) Kendisi insandır, severim, iyi insandır, güzel insandır:))))))

Gün içerisinde eğer gerçekleşirse şok geçireceğin şey;
Basılı bir romanım olursa mesela... Bunun için oturup yazmam lazım önce tabii:PPP Ama 500'e yakın öykü oldu. Oturup bi gözden geçiriim di mi?
Gördüğün zaman eğer almazsam uyuyamam dediğin şey;
Patates! Evet patates:))) Pazarda yürüyorum diyelim, tezgaha dizmiş amca tertemiz sapsarı, düzgün şekilli patatesleri, ihtiyacım olmasa da 2 kg alırım:)) (sonra da filizlenir atarız:((
Uğruna diyetini bir kalemde bozduğun şey;
Çikolatalı bir şey... Pastadır, parfedir, sufledir... Offf ağzım sulandı:D

Uğurun var mı?
Uğurlu saydığım bir nesne yok. Ama 2 ve 8, 28 ve 72 gibi rakamları küçüklüğümde uğurlu sayardım. Bu rakamlar okul numaralarımdı.

Kendine yakıştırdığın renk
Çimen, haki, turkuaz yeşili gibi renkleri yakıştırırım kendime. E tabii milletin gözlerinin rengini vurguluyor demesinin de bunda etkisi vardır elbette:))
En sevdiğin takın.
Öyle bir takım yok. Ama yazları deri bir kolye veya bileklikle kendimi nedense harika hissederim.
Takıntın?
Sağ ayak takıntım bilinç üstüne çıktığı durumlarda devreye girer.

Bavulun çoktan hazır gitmek istediğin ülke?
Yunan adaları.

Ben bu şarkıyı duyunca şakırım.
İçindeki çocuğa sarıl, sana insanı anlatır...

Solunda ne var?
Empati, Hayat, Hüzün adlı 3 kitap, D&R hediye çeki, kahve kupam, not defterim, Unknown adlı bir adet DVD, daksil, 5 adet kalem, zımba, ataç, masa takvimi. (İşyerimde masamdayım)
Pasladıklarım; Aynadaki Aksim.

Hayatın Hediyesi

Hayat hediyesini sundu geçen gün: yaşamının kıymetini bil!

Ölümle burun buruna geldim evet! Sonra hasta oldum. Öksürüğümle göğsümden gelen sesler korkuttu. Korkutan kısmı, çaresiz insanlar. Allahtan geçici ve çaresi olan bir hastalık çektiğim.

İnsan 43'üne girerken ilk yıllarındaki sevinç sanırım minnet duygularına dönüşüyormuş demek. "Yaşadığım anın kıymetini bilmek." Ama hiç kolay bir şey değil. Yine de hata yapıyor insan.

Geçen gün size üstü kapalı bahsettiğim konuyu artık paylaşabilirim: bir bölümün başına müdür olarak atanıyorum. Yarın ilk günüm. Yıllarca emek verdiğim bölümdü. 4.5 sene sonra nihayet sevdiğim bölüme müdür olacağım. Gerçi fazlasıyla gecikmiş terfim nedeniyle önce vekil müdür olarak atanacağım.

201o yılında hayatıma sevdiğim, çok sevdiğim insanlar girdi. Blog aracılığı ile içimi okuyabilen ve içini okuyarak bağlandığım insanlar oldu. Bu büyük bir zenginlik.

İnce düşüncelerini keyifli kutlama yazıları ile dile getiren tüm dostlarıma teşekkür ediyorum.

25 Şubat 2011 Cuma

Soru

Paragrafta 20 tane ülke adi gizli. Bakalim bulabilecek misiniz?
Yine paltosuz gelmiş, bir de peruk takmış. Gelirken yanında
bilgisayarını da getirmiş. Pis ve çapaçul bir durumda. Safran sarısı
bir yüzü var. Kafasının içinde kim bilir ne tilkiler dolaşıyor.
Vaktinde üç roman yazan adam bu mu? Zaman dünkü başarılı adamdan
geriye kişiliksiz bir virane bırakmış. Şimdi bir sanal manyak, tam bir
manyak. Saçma sapan amaçlar peşinde koşuyor. Ben insanları severim ama
insanlar ayağını yorgana göre uzatmalı. Davul bile dengi dengine
çalar. Kim bilir kaç adam böyle sudan sebeplerle ziyan oldu.

İLK OKUDUĞUNUZDA 1 TANE, 2.DE 5 TANE, 20. OKUYUŞTA 20 TANE BULUYORSUNUZ.

Cevabınızı yorum olarak ekleyebilirsiniz.

24 Şubat 2011 Perşembe

Rezalet Dizboyu

Absolut mimledi beni. Daha doğrusu kaşındım. Küçükken yaptığım rezillikleri deşifre etmeliymişim.
Aklıma gelenleri sayayım bakalım:

-Kuran Kursu'nda 10.30'da yarım saat ara olurdu. Ben çocuklara ayaküstü senaryo yazar oyun oynatırdım. İşte kız istemeye gelen aile aslında diğer kızı istiyordur filan. Böyle şeyler.

-Bir kız bana vurup kaçmıştı bahçeye, uzun süre kovaladım. Kızmıştım. Kız tuvalete yönelince fren yaptım ama fayda etmedi kafayı yardım:)

-Kalenin altında gizli geçit vardı oranın hazine odasına açıldığı söylenirdi. Oraya girerdik elimize mum alıp. Oysa aslında kanalizasyon sistemi idi. Dizlerimiz filan batardı.

-Şehiriçinde küçük bir çamlık vardı. Ağaçtan ağaca geçerdik. Ağacın tepesinden yoldan geçenlere kozalak atar saklanırdık.

-Bir keresinde arkadaşım komşunun ziline basmamı istedi. O hep basarmış. Meğer onların da canına tak etmiş. Şikayete gelmişlerdi.

-Sokaklar parke taşı döşeliydi. Ne zaman elimize sivri bir metal geçse taşları sökerdik uğraşa uğraşa. Çöp toplamaya gelen belediye görevlileri söylene söyle yerine koyarlardı.

Serhat'ı mimliyorum onun gibi uslu bir çocuktan bi şey çıkacağını sanmıyorum ama bakalım...

23 Şubat 2011 Çarşamba

Bu yazıdan bir mim çıkacak sonuna kadar okuyun!

Çocukken ünlüler nasıl da gözünüzde büyür değil mi? Büyülü dünyanın devlerini bir şey sanırısınız. Küçüklüğümde sinemanın büyüsü hakimdi. O kadar fazla da ünlü yoktu. Sonra TV sayesinde ünlülük de sıradanlaştı. Ben de şöyle bir düşündüm de kimi, ne zaman, nerede, ne yaparken görmüştüm diye... Şunları hatırlayabildim:

- İlk gördüğüm ünlü, Cüneyt Arkın'dı. Bozcaada'ya Fatih'in Fedaisi Kara Murat filmini çekmeye gelmişti. (Filmin çekildiği yıl 1972) Demek ki 5 yaşındaymışım. Kalenin içindeki film setine gittik. Hatırladığım şey yerlerdeki kat kat sünger yataklar ve Cüneyt Arkın'ın kasıntı halleriydi. Yatağın üzerine atladığını öğrenince karizması yerle bir olmuştu gözümüzde. Bir de kılıçla dövüş sahnelerini hatırlıyorum. 2 kere kılıç sallıyorlar, 10 dakika yüz ve göğüslerine kanlı makyaj yapılıyordu. İnsan taşrada hele ki nerede olduğu bile çoğu kişi tarafından bilinmeyen bir yerde yaşayınca ancak ünlülerin ayağına gelmesi gerekiyor.

-5 yaşımdan sonra gördüğüm 2. ünlü kişi Zekai Tunca idi ve ben artık 18 yaşıma gelmiştim. O yılların aranan ismiydi. Ankara'da hediyelik eşya fuarını geziyordum. Aklımda kalan şey çok uzun boylu olmamasına karşın, kafasının ne kadar büyük olduğu idi. Sanırım saçlarından... Yıllar sonra Ali Kırca'yı görünce de aynı şeyi düşünmüştüm. :))

-Bu arada ben tanıdıktan 1 yıl sonra ünlü olan bir kişi vardı ki o da Neşe Erberk'tir. (1983'de güzel seçilmiş, şimdi baktım.) Hımm 15 yaşlarındaymışım. İstanbul'da kaldığımız evin arkadaşı idi annesi ve o gün ziyarete gelmişti. Neşe de 17 yaşında beline kadar saçları ile tavuskuşu sesli, zayıf, dal gibi bir kızdı. Annesine taklit yapmıştım o evin oğlu ile Bağdat Caddesi'ni turlarken. :))) Neşe ile konuştum mu, ya da elini sıktım mı çok net hatırlamıyorum.

-Yine üniversite yıllarında seyahat esnasında Güler Kazmacı'yı Ezine'de otobüsünü beklerken hatırlıyorum. Tüm gözlerin üzerinde olduğunun bilincindeydi. Altında o yılların modası bürümcük kumaştan pijama gibi çizgili, bol paça bir pantolon vardı. Uğur Dündar, Haluk Şahin ve Ata Demirer'in Bozcaada'da yazlıkları olduğu için görmüşlüğüm elbette var.

-E tiyatro sahnesinde canlı performans sergileyen sanatçıları da sayacak olursak, Ankara'daki öğrencilik yıllarımda henüz ünlü sınıfına girmemiş Zuhal Olcay'dan bahsedebilirim. Ama aslında günlük hayat içinde görmediğim için, saymak da doğru olmaz. Çünkü o fasıldan Levent Kırca, Köksal Engür, Oya Başar, Nejat Uygur'u da saymak gerekir.

-Sonra Bozcaada'ya tatile gelen bir kaç ünlü gördüm: Ayşe Tunalı ve Seyyal Taner. Ayşe Tunalı, 45 yaşlarında bir adamla flört ediyor ve denizde oynaşıyordu. Seyyal Taner ise sakallı bir arkadaşıyla -sanırım bateristi idi- geziyordu. Bunlar da 20'li yaşlarıma denk geliyor.

-1989 yılında (22 yaşımda) İstanbul'a gelmemle birlikte ünlülerle karşılaşma ihtimallerim de yükselmiş oldu. İlk hatırladığım Şifo Memet'tir. Sonradan yanan Şişli Gazi Sineması'na gelmişti kendisinden 20 cm uzun bir kızla. Aslında Şifo ile karşılaşmamız ilk değildi. 21 yaşımdayken Kahramanmaraş'ta, takımın 1. Lige yükseldiği sezon sonu maçında sahada görmüştüm. Hayatımda ilk gittiğim maçtı. (Ondan sonra bir tane daha gittim:))

-Yine sinemada gördüğüm bir diğer ünlü de Gani Müjde'dir. O da kendinden uzun ve esmer bir güzelle, yüksek sesle gülerek filmi izlemiş aralarda da sesli konuşmuştu.

-Sinemada gördüğüm diğer ünlülerden biri Süleyman Turan'dı. Önümde oturuyordu sinemada ve adamın ensesindeki saçlar haricinde tepesindeki saçların peruk mu ekme saç mı olduğunu düşünüp durmuştum.

- 1990 yıllarında iş yerim Şişli'de idi ve bir gün Şişli'den Nişantaşı'na dönen sapakta bir anda Fatma Girik'le burun buruna geldim. Yalancı bir gülümseme ile halka karanfil dağıtıyordu.

-1991-1992 yıllarında Yedikule Konserleri serisinde Eda ve Metin Özülkü'yü çoluk çombalak jiplerinden inerken, Jale'yi ise azman sevgilisi ile görmüştüm.

-1994 yılında müdürüme gelen davetiye ile AKM'de Yolcu filminin galasına gittim. Müjde Ar, Sezen Aksu, Levent Yüksel ve Sertap Erener'i gördüm. Sertap günlük kıyafetleri içersinde bir kız çocuğundna farksızdı. Müjde Ar'dan gözümü alamadığımı iyi hatırlıyorum.

-2000'lerde gittiğim lokantalarda birileri ile karşılaşır oldum. Hacı Abdullah Lokantası'nda Tarık Akan'ı, Sahan'da Ahu Tuğba yan masamda dostları ile yemek yiyordu. Ahu Tuğba'nın ne kadar bronz ve çirkin göründüğünü anlatamam.

-Bir gün -sanırım 1997'de- arabayla giderken arabasında cep telefonuyla konuşan Sibel Turnagöl'e rastgelmiştim. Bir ton makyaj vardı yüzünde. Yine arabayla geçerken Nişantaşı'nda gördüğüm diğer güzel Hande Ataizi idi ve oldukça kısa boylu oldukları aklıma kazınmış.

-Bunca ünlü arasında beni çok etkileyen kişi: Haşmet Babaoğlu'dur. Karizması hale gibi önünden gidiyordu Kanyon'da gördüğümde. Bakışları ise duvarları deliyordu.

-Bankamın düzenlediği yılbaşı yemeklerinde Hülya Avşar, İbrahim Tatlıses, Sibel Can, Gülşen, Demet Akalın sahne aldı. Hülya Avşar'ın kısa boylu olmasına karşın, ekranda göründüğünden zayıf olması ilginçti. Aramızda dolaşırken kalkıp yol verdim diye bana abartılı mimiklerle "centilmenliğine şaşırdım" mesajı vermişti.

-Mutlaka ki son 10 yılda rastladığım çok kişi var ama bir tek kişi ile samimiyim ünlülerden : Figen Evren. Birlikte gazete çıkardık. Yazları da Bozcaada'da görüşüyoruz. Kendisini Bir Demet Tiyatro ve Arka Sokaklar'dan hatırlarsınız.

Eveet buraya kadar gelebildiyseniz mim sorusunu okuma ve cevaplama şerefine erişmişsiniz demektir. Soru şu:

İlk kez yakından hangi ünlüyü, ne zaman, nerede, ne yaparken görmüştünüz? Tepkiniz ne olmuştu?

Sobelediklerim beni takip eden 86 kişi:))))))

18 Şubat 2011 Cuma

Paskalya kızı

Dün paskalya yumurtası-pipet sorusu sormuştum. Farklı cevaplar aldım.

Aşağıdaki linke tıkladığınızda karşınızda bir animasyon belirecek. Dansçı bir kız kendi etrafında dönüyor. İnternette sağ ve sol beyin testi olarak geçen bu illüzyonda kızın dönüş yönü herkese göre farklı oluyormuş. Eğer dönüş yönünü sağa doğru görüyorsanız beyninizin sol tarafını (analizci, mantıkçı,sayısal), eğer sola doğru döndüğünü görüyorsanız beyninizin sağ tarafını (sanatsal) kullanıyormuşsunuz. Yoğunlaşıp düşünce şeklimi değiştirdiğimde iki tarafa da döndürülebiliyor. Hatta başınızı sağ tarafa yatırırsanız sağa, sola yatırırsanız sola dönebiliyor. Ya da bilmiyorum ne kadar gerçekçi ama sanat ile ilgili şeyler düşündüğünüzde sola, kafanızda matematiksel işlemler yaptığınızda sağa dönüyor.http://www.i-am-bored.com/bored_link.cfm?link_id=25642

Hayat Bir Öyküdür

Kısa öyküler yazıyorum kurmaca...
Ama hayat garip öykülerle dolu...
Bugünkü haberlerden derlediğim iki garip öyküyü paylaşıyorum sizinle:
"Trabzon'un Tonya ilçesinde hayatını kaybeden 88 yaşındaki emekli imam Mehmet Ali Öner'in, ölmeden 1 hafta önce kendi sesiyle okuyarak banta kaydettiği selası ve ölüm ilanı, vefatının ardından cami hoparlöründen yayınlandı."
***
"Urla’da 2005 yılında Funda İşsiz’i bıçakla öldürüp cesedini kullanılmayan derin dondurucuya saklayan Celalettin Erkal yargılama sonunda ömür boyu hapse mahkum olmuştu. Ancak davanın Yargıtay süreci 5 yılda tamamlanmadığı için 3 Ocak’de yürürlüğe giren tutukluluk CMK’nin 102’nci madde gereği serbest bırakılmıştı. Tahliyeden yaklaşık bir ay sonra basının konuyu duyup haber yapmasıyla konu kamuoyunun gündemine taşınmış, Yargıtay 1. Ceza Dairesi bir gün sonra cezayı onayınca Erkal’ın 38 günlük özgürlüğü sona ermiş ve yeniden cezaevine konmuştu.
'TESTERE FİLMİ YAKTI
Celalettin Erkal’ın babası Selçuk Erkal, olayların arkasından ilk kez konuştu. Oğlunun 'Testere' filminden etkilenip cinayetleri işlediği iddiasını reddeden Selçuk Erkal, bu unsurun kullanılarak oğluna karşı linç kampanyası düzenlendiğini öne sürdü. Selçuk Erkal, "Evde tek başına kaldığında korku filmi seyredemeyen, bir böceği bile eline alıp tutamayan oğlum sanki elinde testere ile dolaşan bir katilmiş gibi gösteriliyor. Tahliye olduktan sonra eli testereli gösterilen oğlumun sanki yine testere ile başkalarını öldürecekmiş gibi gösterildi. Oysa ne polis, ne savcılık, ne de mahkeme tutanaklarında 'Testere' filmi ile ilgili bir kelime geçmiyor. Olayın olduğu sırada tanık gösterilen bir kişinin ağzında böyle bir kelime çıkmış. Oğlumla cinayet sırasında, cezaevinde ve tahliye olduktan sonra her zaman 'Testere' filmini seyredip seyretmediğini sordum. Bana yemin etti ve böyle bir şeyin nereden çıktığını kendisinin de bilmediğini söyledi. Oğlumu Testere filmi yaktı. Eğer testere kelimesi geçmese oğlum sıradan bir cinayet sanığıymış gibi yargılanacaktı" dedi.
'OĞLUMU BEN TESLİM ETTİM'
Oğlunun yaptığını kesinlikle desteklemediğini hatta polise kendi eliyle teslim ettiğini söyleyen baba Selçuk Erkal, şöyle konuştu:
"Öldürülen ailenin acısını inanın çok içten yaşıyor ve onları anlıyorum. Oğlumun yaptığını kesinlikle desteklemiyorum. İşlediği suçun cezasını sonuna kadar çekecek. Mağdur aile kadar bizim de ciğerimiz yanıyor. Hem giden 16 yaşındaki Funda için, hem hayatının baharını cezaevinden geçirecek olan oğlum için üzüntü duyuyoruz. Oğlum Ocak’ta tahliye edince tepki olur diye Menemen’de birlikte yaşamak için yeni bir ev kiraladık. Bu olay 28 gün sonra medyada duyuldu. Bunun üzerine gazeteler ve televizyonlar acılı aileden görüşler alarak tahliye kararına tepki gösterildi. Kamuoyunda bir anda linç kampanyası başlatıldı. Yargıtay gazeteler ve televizyon haberleri üzerine kararı bir günde onadı. Oğlum evde badana yaparken polis kapıyı çaldı. İçeri girdiklerinde oğlumun badanalı ellerini yıkamasına bile izin vermeden alıp götürdüler. Oğlum keşke tahliye olmasaydı. Onun ve bizim psikolojiimiz tamamen bozuldu. Oğlum kendisi aynı şeyi söyledi. Bana ’Baba hiç olmazsa Muğla cezaevine alışmıştım. Keşke beni hiç salmasalardı ve 5 yıl önce yaşanan aynı şeyleri yaşamasaydım’ dedi. Bir kez daha altını çiziyorum oğlum seyretmediği bir film yüzünden kamuoyunda ’Testereli katil’ ilan edildi."
'FUNDA'NIN MEZARINA GİDİYORUZ'
Cinayetten sonra Urla İlçesi’nden ayrılmadığını ve tepkilere rağmen orada yaşamayı sürdürdüğünü belirten Selçuk Erkal şunları söyledi:
"Eşimle birlikte aynı yerde yaşıyorum. Mümkün olduğunca acılı aile ile karşı karşıya gelmemek için çalışıyorum. Onların acısı inanın tarif edilemez. Gösterdikleri her türlü tepkiye hak veriyorum. Sonuçta gencecik bir kız çocuklarını kaybettiler. Ben ve eşim bayramlarda mezar ziyaretine giderken mutlaka Funda’nın da mezarına giderek Kur'an okuyoruz. Oğlum Funda’yı çok seviyordu. Kıskançlık yüzünden öldürdü. Onu öldürmesine rağmen hala onun ruhu ile yaşıyor. Onu unutamıyor. Yaptığından çok pişmanlık duyuyor. ’Eğer zamanı geri almak mümkün olsa ve o an bir kez daha yaşansa, ölen kişi Funda değil de ben olmak isterim’ diyor. Funda’yı rüyasında gördüğünü ve onun hatırlarıyla yaşadığını söylüyor. Funda’yı öldürdüğünü için de ’Ben cezamı belki tutuklu kalarak çekeceğim ancak, öbür dünyada onun hesabını nasıl vereceğim baba?’ diyor. Oğlum katil olabilir ancak, eli testereli bir cani değildir. Suçu neyse çekecek. Onu o konuda hiç bir zaman savunmam."

17 Şubat 2011 Perşembe

Öğğğğğ düllendim ben gidip yüzümü yıkiim bi koşu:D


Aynadaki Aksim ödülledi beni (Lafa bakınız:P "ödülledi beni") Aynadaki Aksim ödülledi deyince de kendi kendime ödül vermiş gibi anlaşılıyom:D off...
Neyse benim yüzümde gülücüklere yol açan kim? Hımm o var, şu var, bu var, onu çık, ona ödül zaten verilmiş, o olmaz, danışıklı dövüş olur. Hah buldum. Berna'ya vereyim de bloguna ısınsın tekrar. Berna! Çabuk bloguna koş ödülledim seni.

Paskalya Yumurtaları

Yumurta mı görüyorsunuz pipet mi? Mutlaka yorum bekliyorum.
PEKİ YA ŞİMDİ?

Huzur

Foto: İrfan Kurt
Bu aralar şükrediyorum sürekli. Yaşamımda çok kısa sürede olumlu gelişmeler oldu. Huzur budur!

11 Şubat 2011 Cuma

Aşk Neyi Sever?

Kadınlar ne ister? gibi oldu biraz... Aşk neyi sever? Tesadüfleri seviyormuş Ömer Faruk Sorak'a göre. Gittim-gördüm-ağladım:) Daha eleştirel bir yorum duymak isteyen için şurayı tıklayın!

4 Şubat 2011 Cuma

3 Şubat 2011 Perşembe

Tokat gibi...

Defne'nin kaybı tokat gibi geldi. İyi de oldu. Hepimiz öleceğiz. Hepimiz... Bunu öğrenmeliyiz!
Yılmaz Özdil gazetecilik dersini vermiş kendisini eleştirerek. Merak ederseniz okuyun:
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/16921260.asp?yazarid=249&gid=61