30 Haziran 2010 Çarşamba
İsterdim...
Mustafa'nın blogunda gördüğüm bu dövmeyi yaptırmak isterdim. (Dövmenin 1. ay sonunda resmi çekilse daha iyiymiş) Hüzünlü ve anlamlı gelir bu imge bana.
hepimiz öleceğiz
sınırlı çevremde yaptığım gözlemlere dayanarak diyebilirim ki: ölümü 1. derece yakınlarında genç yaşta tadanların ölüm-doğum-düğünlere bakışının sıradanlaştığını, olgunluğun kanatlarını takarak her an öleceği bilincini kulak arkalarında saklayarak yaşadıklarını düşünüyorum. erken tadanlar işin vahametini anlayamıyorlar, "ölüm boşluk, doğum hoşluk, düğün başlık" gibi yüzeysel geliyor sanki onlara. geç tadanlar ise daha ağır geçiriyor bu dönemleri. her biri ayrı koyuyor. maskelerinin ardında acı çekerek geçiştirmeye çalışıyorlar çılgın kalabalığın ortasında. intihar ise eğer sizi etkileyecek derecede soluğunu hissettirmişse (evinizde/sokağınızda/akraba kuşağınızda) arkada ucu sivri bir soru işareti bırakıyor. o işaretin sivri ucu sürekli beyninizi şüphelerle kemirirken, intihar edenin kanı (soru işaretinin noktası) her onu düşündüğünüzde içinize damlıyor.
çevremizdeki ölümlerin bize yansımaları da çeşitli oluyor.
mesela... dedemi ve babaannemi çocuk yaşta kaybettim mesela travması azdı. algılayış biçimim hafif derecede kaldı. sadece doyamadım onlara sarılmaya. (bende ölümün diğer adı sarılamamaktır. kime sarılırsanız sarılın o değildir çünkü)
20 yaşımda sevdim eniştemi. ablamla bile evlenmeden önce. bağlandım. güvendim. hepimiz güvendik. tüm kasabanın canı ona emanetti de doktorlar ölmezdi "güya". ölümle bahse girilmiyormuş. ne varsa aldı elimizden. yeni baştan kurduk dünyamızı.
23 yaşımda benden bir kaç yaş küçük hemşerimin intihar haberini aldım. tıp öğrencisiydi. derdi neydi, onunla daha da yakınlaşıp derdini öğrenseydim vazgeçirebilir miydim hala düşünüyorum.
babamı kaybettiğimde 37 yaşımdaydım, doktor elinde liğmelenmiş olan bedeni beynini kırbaçladığından ölüme hazırdı ve bizleri de hazırladı.
eşim 1. derece yakınlarından annesini 40'ında kaybetti, 2 yıldır acısını ilk günkü gibi yaşıyor ve kendini suçluluk duygusunun çakısıyla sabah akşam yontuyor.
çevremizdeki ölümlerin bize yansımaları da çeşitli oluyor.
mesela... dedemi ve babaannemi çocuk yaşta kaybettim mesela travması azdı. algılayış biçimim hafif derecede kaldı. sadece doyamadım onlara sarılmaya. (bende ölümün diğer adı sarılamamaktır. kime sarılırsanız sarılın o değildir çünkü)
20 yaşımda sevdim eniştemi. ablamla bile evlenmeden önce. bağlandım. güvendim. hepimiz güvendik. tüm kasabanın canı ona emanetti de doktorlar ölmezdi "güya". ölümle bahse girilmiyormuş. ne varsa aldı elimizden. yeni baştan kurduk dünyamızı.
23 yaşımda benden bir kaç yaş küçük hemşerimin intihar haberini aldım. tıp öğrencisiydi. derdi neydi, onunla daha da yakınlaşıp derdini öğrenseydim vazgeçirebilir miydim hala düşünüyorum.
babamı kaybettiğimde 37 yaşımdaydım, doktor elinde liğmelenmiş olan bedeni beynini kırbaçladığından ölüme hazırdı ve bizleri de hazırladı.
eşim 1. derece yakınlarından annesini 40'ında kaybetti, 2 yıldır acısını ilk günkü gibi yaşıyor ve kendini suçluluk duygusunun çakısıyla sabah akşam yontuyor.
29 Haziran 2010 Salı
ama çok güzeller
Hayat size güzel:)
Kelimelerim mi bitti? Evet uzunca süre teknik olanaksızlıklar nedeniyle giremedim ama şimdi bakıyorum da yazacak bir şey de bulamıyorum. Haftaya bu zamanlarda deniz kenarında olacağım. Umarım gereken enerjiyi depolarım. Hayat size güzel:)
28 Haziran 2010 Pazartesi
Vee gülümseee!
22 Haziran 2010 Salı
BİR DAMLA SPERM
Avucumda plastik bir sperm kutusu… Bunu bana neden yapıyorlar? Bunu hakedecek ne yaptım? Kendime acıyorum. Acımamalıyım. Ağlıyorum. Ağlamak kan çanağı gözlerimi daha da acıtıyor. Kimbilir ne halde yüzüm. Aynasız bir odaya kapatıldım itile kakıla. Acaba ayna olsa bakmaya cesaretim olur muydu? Üç günlük sakalım, uykusuzluktan harelenmiş gözaltlarım, kendimi bile tiksindiren kokum… Sol kaburgam sızlıyor fazla iç çekerek ağlamamalıyım. Öfkemi elimdeki kapaklı plastik kutudan alır gibi karşı duvara fırlatıyorum. Adi orospu! Aşşağılık! Bu iftirayı neden attın?
- Ne oluyor orada diyor sert bir ses. Kapı açılıyor. Kafasını uzatıyor biri.
- Çabuk ol! Diyor, daha fazla bekleyemeyiz. Başımı eğiyorum ağladığımı görmesin diye. Koridordan bir sedye geçiyor. Başımı sallıyorum konuşmadan. Kapanıyor tekrar.
Eğilip almaya çalışıyorum yerden kutuyu. Kelepçelerimden dolabın altına daha fazla ermiyor elim. Çaresizce kapıyı çalıyorum.
- Bitti mi, diyor sırıtarak. Ne çabuk lan!
- Yok, kutu düştü diyorum suçlu suçlu.
- Oğlum, diyor erlerden birine, al çabuk şunu! Nasıl attırdın olum diyor imalı imalı sırıtarak. Ona cevap veremeyecek öfkeli ve yılgınım. Kafa atmak geçiyor içimden. Bunu bana neden yapıyorlar? Bunu hakedecek ne yaptım?
Kapı kapanınca fermuarımı açıyorum. Üç günlük sorgunun uyuşturduğu beynim, güzel bir anı ya da fantazi yakalamak istiyor. Olmuyor. Arzum’la geçen güzel günleri hatırlamak istemiyorum. Seviştiğim tüm kadınları yüzlerini unuttum. Arzum’u düşünmemeliyim. Düşünmemeliyim! Ama inadına onun pembe saten babydollu geliyor aklıma. Sonra dudağı ve kaşı patlamış, çürükler içindeki yüzü, sigara söndürülmüş boynu... O gece çok net değil ama tüm bunları ben yapmış olamam. Onlara da anlattım. Kaç kere… Hatırlamıyorum. Ama ben yapmadım. Sırf bu iki tezat kelime nedeniyle daha da hırpalanıyorum.
- Doğru söyle lan! Pezevenk!
Boğazına yapışıp ittiğimi hatırlıyorum. Hakaret edip evden kovduğumu da. Ama otlanmıştık ve içmiştik, bunu ona yapmış olamam. Okan’ın koynunda seni gördüğümde saçından sürüp… Ama sadece kovdum. O kadar! Yapmadım… Yapmadım… Ama neden benim ismimi verdi neden? Neden? Kim yaptı peki bunu ona? Bunu bana neden yaptın Arzum?
Mastürbasyon hiç işkence olmamıştı bu kadar. Küçük bir kirpi yavrusu gibi avucumda tortop benliğim. Bir damla sperm istiyor devlet. Bir damla… Ama sanki kasıklarımdaki inlerine kaçtı spermler. Ona tecavüz etmedim. Neden istiyorlar bunu benden? Neden? Kim akıl verdi Arzum’a? Bu hastanenin eski hekimi değil miydi babası? Abisi uyuşturucu bağımlısı değil mi? Gazeteler neler yazdı kimbilir. Flaşlar… Oradan oraya sevk edilirken delici sorular. Deli gibi bağırdım ben yapmadım diye… Annem duymuştur kesin… Neden Allahım, bunu hakedecek ne yaptım? Son zamanlarda geceleri dağıttık ama yine de masumdu herşey.
- Yürü! Taksim İlkyardım’a gidiyoruz. Sperm vereceksin!
- Neden ama ona tecavüz etmedim!
- Hakim istemiş, kes! Onu kadını o hale getirirken düşünecektin.
- Ben yapmadım!
- Şişlenince anlarsın anyayı konyayı içeride. Bunlar iyi günlerin…
- Ne oluyor orada diyor sert bir ses. Kapı açılıyor. Kafasını uzatıyor biri.
- Çabuk ol! Diyor, daha fazla bekleyemeyiz. Başımı eğiyorum ağladığımı görmesin diye. Koridordan bir sedye geçiyor. Başımı sallıyorum konuşmadan. Kapanıyor tekrar.
Eğilip almaya çalışıyorum yerden kutuyu. Kelepçelerimden dolabın altına daha fazla ermiyor elim. Çaresizce kapıyı çalıyorum.
- Bitti mi, diyor sırıtarak. Ne çabuk lan!
- Yok, kutu düştü diyorum suçlu suçlu.
- Oğlum, diyor erlerden birine, al çabuk şunu! Nasıl attırdın olum diyor imalı imalı sırıtarak. Ona cevap veremeyecek öfkeli ve yılgınım. Kafa atmak geçiyor içimden. Bunu bana neden yapıyorlar? Bunu hakedecek ne yaptım?
Kapı kapanınca fermuarımı açıyorum. Üç günlük sorgunun uyuşturduğu beynim, güzel bir anı ya da fantazi yakalamak istiyor. Olmuyor. Arzum’la geçen güzel günleri hatırlamak istemiyorum. Seviştiğim tüm kadınları yüzlerini unuttum. Arzum’u düşünmemeliyim. Düşünmemeliyim! Ama inadına onun pembe saten babydollu geliyor aklıma. Sonra dudağı ve kaşı patlamış, çürükler içindeki yüzü, sigara söndürülmüş boynu... O gece çok net değil ama tüm bunları ben yapmış olamam. Onlara da anlattım. Kaç kere… Hatırlamıyorum. Ama ben yapmadım. Sırf bu iki tezat kelime nedeniyle daha da hırpalanıyorum.
- Doğru söyle lan! Pezevenk!
Boğazına yapışıp ittiğimi hatırlıyorum. Hakaret edip evden kovduğumu da. Ama otlanmıştık ve içmiştik, bunu ona yapmış olamam. Okan’ın koynunda seni gördüğümde saçından sürüp… Ama sadece kovdum. O kadar! Yapmadım… Yapmadım… Ama neden benim ismimi verdi neden? Neden? Kim yaptı peki bunu ona? Bunu bana neden yaptın Arzum?
Mastürbasyon hiç işkence olmamıştı bu kadar. Küçük bir kirpi yavrusu gibi avucumda tortop benliğim. Bir damla sperm istiyor devlet. Bir damla… Ama sanki kasıklarımdaki inlerine kaçtı spermler. Ona tecavüz etmedim. Neden istiyorlar bunu benden? Neden? Kim akıl verdi Arzum’a? Bu hastanenin eski hekimi değil miydi babası? Abisi uyuşturucu bağımlısı değil mi? Gazeteler neler yazdı kimbilir. Flaşlar… Oradan oraya sevk edilirken delici sorular. Deli gibi bağırdım ben yapmadım diye… Annem duymuştur kesin… Neden Allahım, bunu hakedecek ne yaptım? Son zamanlarda geceleri dağıttık ama yine de masumdu herşey.
- Yürü! Taksim İlkyardım’a gidiyoruz. Sperm vereceksin!
- Neden ama ona tecavüz etmedim!
- Hakim istemiş, kes! Onu kadını o hale getirirken düşünecektin.
- Ben yapmadım!
- Şişlenince anlarsın anyayı konyayı içeride. Bunlar iyi günlerin…
Mesela...
Nası yaa?
"Dünyada tecavüzün en yaygın olduğu ülke olarak da bilinen Güney Afrika'da tecavüzcülere karşı “dişli kadın prezervatifi" geliştirildi." 2 gündür bu haber başlığını düşünüyorum. Tecavüzcüyü prezervatif mi durduracak? İyi de tecavüz edecek adam niye prezervatif taksın ki? Kadın zorla mı takacak? Bu ne mantıktır anlamadım:( Kanamalı Kongo Kenesi gibi tıbbi müdahale olmadan çıkarılamıyormuş. E bu kısmı tamam da. Takmaz kardeşim taak-maaz!
Bizim basınımızda aşağıdaki resim kullanılmadı. Araştırmacı gazeteci CSA buldu ve bloguna koydu:)) O bir dildo. Elinde tutan da bilim kadını. Yanlış anlaşılmasın. Bilimsel olarak, tıbbi yardım olmadan çıkarılamayacağını anlatıyor basına.
Bu prezervatifi icat ederken şundan etkilenmişler: (Kongo nehrindeki kaplan balığı)
O gece inanılmaz flu bir geceydi
Çoğunuz unuttu gitti. Bir çoğunuz bu olayı hiç duymadı. Duyanlar vahşete lanet okudu. Vahşet vardı ama suçlu gerçekten kimdi? Benim ise aklıma düştü geçen gün. O gece gerçekten neler olmuştu? Güneş K'nın vücudunda o sigaraları kim söndürmüştü diye. Ayşe ARMAN da merak etmiş ve Metin Kaçan'ı bulup sormuş. Okuyalım:
1995 yılında bir sabah Türkiye, Güneş K.'nın darma duman olmuş yüzü ve bedeniyle uyandı. Ağır Roman'ın yazarı Metin Kaçan ve dönemin ünlü spikerlerinden Alp Buğdaycı'nın bu olayın müsebbebi oldukları iddia ediliyordu. İddia makamındaki isim Güneş K. idi. O zaman onun anlattıklarını kamuoyuna nakledenlerden biri de bendim. İnanılması zor bir olaydı. Kan, dehşet, şiddet, dayak, işkence ve en vahimi tecavüz iddiası. Mahkeme sürerken Metin Kaçan ve Alp Buğdaycı sekiz ay cezaevinde kaldılar. Sonra tahliye oldular. Derken, birkaç gün önce Yargıtay, Metin Kaçan için istenen cezayı onadı. Bu, söz konusu yazarın 36 ay daha hapishanede yatması demekti. Bu defa olayın diğer kahramanı Metin Kaçan'la konuşmak düştü bana. Yedi yıl önceki olayın nasıl olduğunu ona da sordum. Bu kez o anlattı. Farklı anlattı. Benim amacım, taraflardan herhangi birini haklı ya da haksız olduğunu iddia etmek değil. Sadece onların bakış açılarını göstermek. O kadar. Zaten gerçeği kimin bildiğini de kimse bilmiyor...
Yargıtay'ın kararı yedi yıl önce başlayan davayı yeniden gündeme getirdi. 1995'te yaşanan o geceyi, ben o zaman Güneş K.'nın ağzından anlatmıştım. Şimdi bir de sizin ağzınızdan dinleyelim, olay nasıl oldu?
- Önce o dönemde nasıl yaşadığımızı anlatmak gerekir. Cihangir'de Güneş'le birlikte oturduğumuz Arbatlı apartmanındaki eve, Leman Dergisi'nden çocuklar, karikatüristler, mimarlar, müzisyenler gelirdi. Evde yatarlar, kalkarlar giderlerdi. Evin kime ait olduğu önemli değildi. Bardan çıkılır bizim eve gidilir ya da bizim evden kalkılır başkalarına gidilir. Böyle bir hayat. O zaman Güneş'le ilişkimizin beşinci yılındaydık. Hayatıma başka bir kadın girdi. Sinirleniyordu ama onun da erkek arkadaşları oluyordu.
O geceye dönsek?
- Ağır Roman'ın sanat yönetmeni Kadir'in evinde yemekteydik. Alp var, Müjde Ar var, Ceylan Çaplı var. Alp'le ben Taksim'deki barları gezmeye çıktık. Kemancı'da Güneş'i gördüm. Birkaç gün önce de Sarıyer'de bir evde birlikte olmuşuz. Gecenin ilerleyen saatlerinde Alp'in evine gittik. Yanımızda iki kız daha vardı, onlar gitti. Biz üçümüz kaldık. Güneş, çok sarhoş, Alp'in yatağına yattı. Evi bir sokak aşağıda, ‘‘Evine git'' diyorum, çünkü Alp, orada kalmasını istemiyor. Zorla giydirdim Güneş'i ama durmadan hakaret ediyor, ben de geri kalmıyorum. Ama iki salon tokatı, birkaç tekme ve birbirimize tükürmenin dışında başka birşey olmadı. Tecavüz- mecavüz asla! Sonunda gitti, ben de bağırdım arkasından ‘‘Anca gidersin. Hadi defol. Bir daha da gelme...'' Bu kadar.
Bu kadar mı?
- Değil. Sabah, Güneş'in abisi Oktay, Sadabat'ın eski sahiplerinden Mehmet ve arkadaşları, Alp'le beni bir BMW'ye bindirip, silah çekerek, ‘‘Siz bu kızı nasıl bu hale getirirsiniz!'' diye Kadıköy'e götürdüler. Bir yadan silah kabzasıyla vuruyor, bir yandan ‘‘Yaşatmayacağız, geberteceğiz'' filan diyorlar. Sonunda Kadıköy polisi geldi, tutuklandık, bizi Beyoğlu polisine teslim ettiler. Ben Güneş'in o feci halinin fotoğraflarını cezaevine girince gördüm. Tabii inanamadım. Bu kız evden çıkarken bu halde değildi. Adımız tecavüzcüye çıktı. Bu yüzden içeride 11 kişi tarafından şişlendim. Hastaneye götürdüklerinde neredeyse ölüydüm, ‘‘Kurtulmaz'' demişler. Ameliyattan sonra kendime geldiğimde, gördüm ki yatağa zincirle bağlıyım, yanımda iki jandarma...
BİRER SİGARA SARMIŞTIK
Olay gecesi sarhoş muydunuz? Uyuşturucu almış mıydınız?
- Evet ama Güneş kadar değil. İki saat önce de birer sigara sarmıştık, o kadar. Nedense, o gece olanları herkes kendine göre anlatıyor. Güneş'e işkence yapmış olsaydık, vücudunda sigara söndürmüş olsaydık, bu kız bağırmaz mıydı, bütün apartmanı inletmez miydi? O kadar gürültüye bütün mahallelinin sokağa dökülmesi gerekmez miydi?
İyi de kız da perişan! Tecavüze uğradığını söylüyor. Kim yaptı, nasıl oldu?
- Bir kere tecavüz filan yok. Burası hep atlanıyor. Doktor raporu var, tecavüz bulgusuna rastlanmadı diye yazıyor. Ben nereden bileyim ne oldu, nasıl oldu. Bir komploya kurban gittiğimizi düşünüyorum. Rant hikayesi herhalde...
Nasıl yani?
- Dolapdere'de Sadabat diye bir yer açılmıştı. Mehmet'in mekanı kiralamasına ben aracı oldum. O dönemin parasıyla milyarlar harcandı ama Sadabat iş yapmadı. Her nasılsa Güneş de bir dükkan sahibi oldu orada. Ama tekin bir yer değildi. Kadın satmaktan, kumar oynatmaktan, küçük yaşta kız, travesti ve transseksüel bulundurmaktan kapandı. Tabii benim Güneş'in sevgilisi olmam, Mehmet denilen adamın işine gelmiyordu. Güneş'le ilişkim sürdüğü müddetçe orada yapılan işlere izin vermeyecektim. Hadise bu.
Niye bu hadiseyi mahkeme başka türlü anladı?
- Nöbetçi mahkemeye çıkarıldığımda, ‘‘Komplo'' dedim. ‘‘Peki o zaman bu üzerindeki kan ne?'' dediler. Ben evden temiz gömlekle çıkmayacak kadar salak mıyım? ‘‘Güneş'in değil benim kanım!'' dedim, inandıramadım kimseyi. Cezaevi derseniz, kapkaççısından, hırsızına kadar herkes ahlakçı olmuş. Duvarlara, demirlere vuruyorlar, ‘‘Bırakın öldüreceğiz bunları'' diyorlar. Şişlendikten sonra götürüldüğüm hastanede doktorlar bile, ‘‘Ölsün bu adi tecavüzcü'' gibi davranmışlar, Allah'tan araya birileri girmiş...
Güneş K.'nın o hale nasıl getirildiğini siz bilmiyorsunuz yani!
- Gerçekten bilmiyorum. Ama bin tane senaryo okudum. Yok zenciler dövmüş, yok bilmem ne. Olabilir de. Güneş'in ağabeyi Oktay, eroin kullandığı için Kanada'ya gidip tedavi olmuş biri. Güneş'in yanında para da vardı o gece. Belki de Oktay'a mal almaya gidiyordu, ne malum. Ama ben nedense Sadabat'ı işleten Mehmet'in komplosu olduğunu düşünüyorum. Her şey bizim üzerimize yıkıldı. Benim için en önemli olan Dr. Hakkı Köse'nin raporu: Tecavüz yok diyor. Tek belge o. Onun dışındaki herşey senaryo.
Bütün bunlardan sonra neler değişti hayatınızda?
- Hokkabaz, madrabaz ve böyle olmaktan hoşlanan bir insandım. Gülelim, eğlenelim. Her şeye set çektim. Şimdi sadece güvendiğim insanlarla kendim gibiyim. Onun dışında hep maskeli geziyorum. Psikolojim bozuldu, ağır travmalar geçirdim. Aksi mümkün mü? Hayata ve insanlara karşı müthiş bir öfke vardı içimde. Yedi yıl oldu, bu hadiseyle yaşıyorum. İnsanların bakışları rahatsız edici, gözleriyle bana ‘‘Sen tecavüzcüsün!'' diyorlar. İyi de kimse meselenin aslını bilmiyor! 36 ay ceza geldi. Bu kadar rezil bir adamsam, neden beni bıraktılar?
Aklınızdan geçen ‘‘keşke'ler...'' neler?
- Keşke o gece Güneş'le karşılaşmasaydım, keşke o kadar içkili olmasaydık, keşke bir sürü sigara sarıp tartışmasaydık...
Ya Alp Buğdaycı? Onunla görüşüyor musunuz?
- Cezaevinden çıktıktan sonra bir süre birlikte gezdik. Televizyon dünyasında kimse tecavüzcü olarak anılan birine iş vermek istemedi. O da Antalya'ya gitti. Belgesel çekimleri yapıyorum, dedi. Hayatı kaydı adamın, 40 kiloya düştü.
Edebiyatçı olarak etkilenmediniz mi?
- Yüzümün görünmesi gerekmediği için, iş bulabildim. Gendaş'da yayın yönetmenliği yapıyorum. Edebiyat dergisi çıkartıyorum. Gözlemi mözlemi bıraktım. Sadece iç dünyamda olan şeylerin kitaplarını yazmaya başladım. Seksle ilgili bir şey yazamıyorum artık. Bir yatak odasını anlatırken bile içeride sadece nesneler ve kokular var, iki beden değil. Korku geldi bana.
KAFALAR 1500 OLMUŞ
Bütün bu anlattıklarınız, yaşadıklarınız gerçek meydi, gerçeğin görüntüsü mü?
- Yanyana koyduğunuzda, flu bir resim çıkıyor ortaya. Net bir şey yok. Güneş'in söyledikleri, benim söylediklerim ve Alp'in söyledikleri var. O gece flu bir geceydi, inanılmaz flu ber gece. Kafalar 1500 olmuş. Her şey birbirine geçmiş...
Belki siz yaptıklarınızı hatırlamıyorsunuzdur...
- Yoo hatırlıyorum. Anlattıklarımın dışında birşey yok ki. Ama Güneş nedense bütün röportajlarında ‘‘Şu oldu, bu oldu, Alp bana tükürdü, Metin beni boğdu, o şöyle yaparken diğeri böyle yapıyordu'' gibi anlattı. İnsanlar da ona inandı! Feministler öykünün üzerine atladı...
Ağır Roman'ın yazarı olmak, insanların bu olaydaki rolünüzün gerçek olduğuna inanmasını kolaylaştırmış mıdır?
- Elbette. Ağır Roman'da bir yeraltı dünyası anlatılıyor. Pezevenkler, uyuşturucu kullanan insanlar, fahişeler, seksomanyaklar. Birebir yaşanmış bir şey yok ama beni oradaki karakterlerle özdeşleştirdiler. ‘‘Bunlar mezardan kadın bile çıkarıp sevişiyorlardır'' bile dediler. Oysa kitapta anlattığım fantastik bir şeydi, Dolapdere'de nekrofili filan yok. ‘‘Bütün bunları yazıyorsa, kesin sapıktır!'' dediler. Türkiye'nin Bukowski'si olup çıktım.
Kendinizi hata yapmış biri gibi görüyor musunuz?
- O dönem yaşandı bitti. Dönüp bakmıyorum bile. Keşke olmasaydı, ama oldu. Her aşk ilişkisinde olan kavgalardan biriydi. Bunun dışında anlatılan hiçbir şey doğru değil. Zaten ne görgü tanığı var ne de başka bir şey. Ama bu son çıkan karar beni dumura uğrattı.
En çok neyin pişmanlığını çekiyorsunuz?
- Aşkın pişmanlığını. Bir de tabii en önemlisi, toplumun değil de, kendi değerlerinle yaşamayı tercih edersen başına bir sürü iş gelirmiş, onu öğrendim. Sonra gençliğin verdiği hezeyanların ve çevremin pejmürde davranışlarının pişmanlığı var.
Peki şu an en çok neye inanıyorsunuz?
- Paraya.
O geceye dair anlatılanları yanyana koyduğunuzda, flu bir resim çıkıyor ortaya. Net bir şey yok. Güneş'in söyledikleri, benim söylediklerim ve Alp'in söyledikleri var. O gece flu bir geceydi, inanılmaz flu bir gece. Kafalar 1500 olmuş. Her şey birbirine geçmiş...
GÜNEŞ'İ GÖRÜŞELİM DİYE DÜN ARADIM, 36 AYI ÖĞRENİNCE
Güneş'le bir kere karşılaştım cezaevinden çıktıktan sonra. ‘‘Bize neler oldu Meto?'' gibisinden bir konuşma geçti. Bir de dün, bu 36 ayı öğrenince ‘‘Görüşelim'' diye aradım. Durup dururken, ‘‘Yolda yürürken iki kişi saldırdı nasıl derim? Babamın onurunu düşünüyorum'' dedi. Oysa ben, ‘‘Bu oyun hala devam edecek mi?'' diye sormak istemiştim. Çünkü ancak o vazgeçerse bu dava düşüyor...
21 Haziran 2010 Pazartesi
Buradayım
Anlamadım gitti, blogger'dan post giremiyorum. Başlığı yazıyorum, ondan sonra yazı gireceğim yerde bir halka dön babam dön. Öyle kala kalıyorum. (Nasıl olduysa becerdim şimdi)
İki gündür yüzmeye başladım ya acaip bir yaşama keyfi geldi. Sanırım spor gerçekten endorfin salgılarımı tetikleyip birleşik huzur endeksimin katsayısını yükseltiyor.
Dün havaalanındaydık. Orada ayrı bir dünya var. Bu nemli sıcaklarda orada olmak, değişik renkte insanlarla aynı ortamda olmak güzeldi. Hele giden sen değilsen ve telaşın yoksa çok zevkli.
Yeğen bizde kalıyor 3 gündür. 10 yaşında akıllı ve hiperaktif bir erkek çocuğu ile aynı evde kalmak oldukça güzel. Bol bol dondurma yiyor. 10 dakikada bir dondurma istiyor. Annesi günde 1 tane yedirirken ona olan düşkünlüğümüzü kullanıyor ve almazsak küsüyor:) Verdiğin özgürlüğün hep bir fazlasını istiyor. İlgisi çabuk dağılıyor. Meraklı. Tatlı dilli. Yerdeki her şey bir top onun için.
Şrek 4'ü izledik birlikte. Ortak bir payda bulmak iyi oldu. Eşekli sahneler acaip güldürdü.
Elif Şafak/Araf'a başladım. Yavaş ilerliyor. Henüz konuyu anlayabilmiş değilim. İnsanların okumadan kitap eleştirmelerini, karşıt görüşten birinin kitabını okumayı reddetmesini anlayamıyorum.
Bu sabah serviste ani frenle pantolonumun cebi kolçağa takıldı ve yandan bir yırtmaç açtım:) İşe geldiğimde ise gömleğimin sağ kolunun makine yağı ile lekelendiğini gördüm ama hiç bir şey keyfimi kaçıramaz, izin vermeyeceğim.
Vermeyeceğim...
Vermeyeceğim...
14 Haziran 2010 Pazartesi
10 Haziran 2010 Perşembe
ÜÇ BACAKLI MASA(L)
3 BACAKLI MASA-L
Kuru ekmeği ıslatıp
Sevgi ekmiş ya ninem
Baldan tatlı fakirlik
Fakirlik dalda güzel
Tarlada kırılmış kalmış
Kalmış ya tahta saban
Dedem aşı yapmış da
Çoğalmış koca orman
Boynuzunu kıran inek
Sütten kesilmiş hani
Köpeğimi arı sokmuş
Dönüp durmuş yerinde
İncir sütü sıçramış
Gözü kör olmuş kedi
Damdan dama atlamış
Masal olmuş bizlere
Üç bacaklı masayı
Kederine yaslamış
Masa yerinde, ev mazi
Huzur yuvamda güzel
9 Haziran 2010 Çarşamba
Metamorfoz
Michael bana nedense Sinek II filmindeki yanlış deney sonucu şekilsiz olarak ışınlanmış, herkesten saklanan denek köpeği hatırlatıyor. Medyanın pompalayıp egosunu yükselttiği ve estetik operasyonlara düşkünlüğü onu acınası bir kobay olmaya mahkum etmişti sanki. Giderek Levent Kırca'nın suluboya makyajlarıyla Bülent Ersoy olması gibi değişik bir androide dönüşmüştü. Estetik operasyonları fazla geçirenler birbirlerine benziyorlar zaten. Fazla kurcalatmak doğru değil uzun lafın ortancası.
Her gördüğünüzü tatmayın!
Mutluluğun resmi
Yağmur
Seke seke geçti önümden topal aşklar
Ürkektiler ve acemi ve sakar
En güzel aşklar; ehlileştirilmemiş taylar
Terkisinde bir bulutun
Kamçıladım yağmurun saçlarını
Şiirlerimden bu yüzden kan sızar
Rüya
Leylakların solma mevsimine girmeden
Kucakla yaşamı dört koldan, sık, özünü çıkar
Ne alnındaki izlerine ne senden götürdüklerine aldırmadan
Uçalım sonsuzluğuna çocuksuluğun gel!
Rüyaları tekrar oynatsın bize makinist
Hurda yığınından romantizme
Hurda yığınını görmeye her yıl milyonlarca insan koşuyor Paris'e. Parayı kırıyor Fransızlar. Biz içine pislediğimiz, duvarlarına küfürler yazdığımız tarihi güzellikleri satamıyoruz anasını satiim. (İronik bi cümle oldu, beğendim) Pekala, itiraf ediyorum, ben de gittim:P
Kültür mozaiği
Bu şehirlerle sevişebilirim
Nokta... nokta... nokta...
Henüz öpülmemiş harfler var
Sana aşkı anlatacak sonsuzlukta
Sevişen bedenlerin koordinatları
Aşkın düzleminde nokta nokta
Aşkı besteler birleşince nota nota
Aşkın çölünde ilk öpüş:
Sele maya tutmuş ilk damla
Kızgın bedenlere vurulan ıslak ve sıcak damga
Yasak meyveden bir ısırık
Sonrası
Nokta... nokta... nokta...
YÜZLEŞME
Bize dar gelen bir elbiseyle doğmuşuz
Üstten bir uzantı çıkmış, adını "baş" koymuşuz
Kendi kabuklarımızı soymamışız
Karşımızdakinin kalıplarıyla oynuyoruz
Aynı anadan zehir emmişiz
Gölgemizi neden düşman sanıyoruz?
Ayna
Ayna
Adama bakıp ağlıyordu.
Şehre
Şakır şakır
Yalnızlık yağıyordu.
Adam
Şehrin ortasında duruyor
Şehir
Karanlık labirentlerden oluşuyordu.
Oysa
Adamın kalbinde
labirent yoktu
İki odacıktan oluşuyordu.
Kirli kan,
Temiz kana karışmıyordu.
Şehrin kirli kanı
Hızla yayılıyordu.
Şehir
Vampirleşiyor,
Sokaklardaki insanlardan
Temiz kanı topluyordu.
Ayna
Şehre bakıp
Ağlıyordu.
Adama bakıp ağlıyordu.
Şehre
Şakır şakır
Yalnızlık yağıyordu.
Adam
Şehrin ortasında duruyor
Şehir
Karanlık labirentlerden oluşuyordu.
Oysa
Adamın kalbinde
labirent yoktu
İki odacıktan oluşuyordu.
Kirli kan,
Temiz kana karışmıyordu.
Şehrin kirli kanı
Hızla yayılıyordu.
Şehir
Vampirleşiyor,
Sokaklardaki insanlardan
Temiz kanı topluyordu.
Ayna
Şehre bakıp
Ağlıyordu.
Jöleli Şekerlerim
Jöleli şekerlemelerle tanıştım bugün. Herbirinin farklı tadı, farklı güzelliği vardı. B. yeşildi ve kendine has kokusu vardı. V. güzeldi ama neli olduğuna karar vermemişti. Beyaza yakındı, şeffaftı. Işıklıydı, geçtiği yerlerde ışıklı halesi geçici bir körlüğe sebep oluyordu. Jöleli şekerler, dokununca titriyor, kıpır kıpır sabırsızca cıvıldıyordu. Akide gibi sert, lokum gibi yapış yapış değildiler. Onlar farklı bir iklimde yetişip getirilmiş nadide çiçeklerdiler. B. bir an önce yutulup kana karışmayı isterken, V. ya zehirliysem der gibi tehditkarca parıldıyordu. Jöleli şekerle tanıştım bugün. B. özenle dizilmiş inciler gibi kalmayı seviyordu kutuda, V. diğer renklerle karışmayı. V. daldan atlamayı seviyordu, B. dalda yuva kurup şakımayı. Öyle seviyordu ki B. diğer şekerleri, onları herkesten saklayacak kuytu bir köşeyi seçmişti. Ambalajına özenmiş, küçük ve anlamlı şeyler gizlemişti kutusuna. Jöleli şekerlerle tanıştım bugün dostlarım. Tek kelimeyle: L e z z e t l i y d i l e r.
8 Haziran 2010 Salı
DENİZ FENERİ
Dünyanın bütün deniz fenerlerinden
Olanca çapkın gözkırpışları toplayıpYolluyorum sana.
Bütün yalnızlığını fenerlerin...
Bütün mahsunluklarını..
Dünyanın bütün fenerlerinin
İçlerinde kopan fırtınalara inat
Suskun duruşlarını...
Sakin ve kararlı...
Eteğinde çırpınan
Dalgalara karşı...
Dünyanın bütün deniz fenerlerinin
Uyaklı kalp atımlarını
Toplayıp içime,
Kırmızı güller atıyorum
Her çakışlarında kuşlara
Beni bul diye...
Beni bul diye...
Beni bul diye...
Kekeme Guguk
Çeşitli şairlerden etkilendiğim dönemler oldu. Bu şiirimi şimdi okuduğumda Sunay Akın'dan etkilendiğimi düşündüm. Siz ne dersiniz?
KEKEME GUGUK
Ne zaman
Gitmeye kalksak ailecek,
Evde olmaz
Bu guguk.
Saatini şaşırmış
Kekeme bir kuştur
M u t l u l u k .
Ne zaman
Dönmeye kalksak,
H ü z ü n işgal etmiştir evimizi.
Müdüriyet
Hep kapalıdır
Söylemek için
Ş i k a y e t i m i z i .
KEKEME GUGUK
Ne zaman
Gitmeye kalksak ailecek,
Evde olmaz
Bu guguk.
Saatini şaşırmış
Kekeme bir kuştur
M u t l u l u k .
Ne zaman
Dönmeye kalksak,
H ü z ü n işgal etmiştir evimizi.
Müdüriyet
Hep kapalıdır
Söylemek için
Ş i k a y e t i m i z i .
Sevme ve Sevilme
Sevme ve sevilme ihtiyacı, nefes almak kadar hayati bir şey. Karşılıksız sevmeyi becerebildiğimiz an mutluluk kuşu gelip narin dalımıza konuyor. Eric Fromm, "Sevgi duyumsanmaktan ve bunun yüksek sesle ifade edilmesinden korkmaz" ve "Sevgi, insanın valoruş sorununun yanıtıdır" der, Leo Buscaglia ise "Bir gün verilecek karşılığa doğru sevgiyle yaşa" der. Bu esas altın bir anahtar gibi. Ama başarmak da o denli güç.
7 Haziran 2010 Pazartesi
BİR SAHNENİN ANATOMİSİ
Kırmızı elbiseli kadının elinden tutup yata binmesine yardım eder adam. Gelirken kimse görmedi ya der. Hayır görmedi der kadın. Etolünü koltuğa bırakır. Adam onunla ilgilenmez görünerek dolaptan kokain çıkarır. Kamera adamın başının üstündedir. Adam kokaini cam masanın üstüne yayar. Kadın Venedik Film Festivali vardı der. Kimin umrunda der. Kimin aldığını sormayacak mısın? Adam kokaini yaymakla meşguldür hala. En iyi aktrist ödülünü uzatır adama. Adam heykelciği alır kaidesi ile kokaini ezerek bölümlere ayırır. O zımbırtıdan ne anlıyorsun anlamıyorum der. Adam burnuna çekmek için kokaine eğilir, kadını görür. Kadın masanın altına uzanmıştır. Denemelisin der, kendini iyi hissettirir. Parmağını yalayıp kokaine bular. Burnuna çekmek zorunda değilsin diyerek, parmağını kadının ağzına sokar. Dişetlerinde parmağını gezdirirken kadın şehvetle parmağını emer. Kamera kendinden geçmiş kadının yüzüne yaklaşırken, adamın masanın altına girip kadınla sevişmeye başladığını görürüz.
Monica Bellucci/Vahşi Kan
Monica Bellucci/Vahşi Kan
4 Haziran 2010 Cuma
Tumblr
Nihayet tumblr'ı keşfetmiş bulunmaktayım. Vatana millete hayırlı olsun. Yalnız google aramalarında tumblr siteleri çıkmıyor pek.
3 Haziran 2010 Perşembe
DOĞUM GÜNÜ
İyi ki doğdun!
bi yaş daha yaşlandın:(
Bunca yıl eğlendin, oynadın,
Dans ettin
Şarkı söyledin
Konsere, gösterilere gittin dostlarınla
Hırs yaptın, zırhlandın
Başarıdan başarıya koştun
Çalıştın para kazandın
Uyudun, yan gelip yattın
İşte arkadaşlarına gizli gizli mail attın
Şimdi küçüklerini kollama
Şefkatle muhtaçları sarma
Düşmanlarınla dost olma
Umutsuzlara umut aşılama zamanı
Haydi poponu kaldır, aksiyona geç,
yoksa adamı böyle yaparlar:)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)