3 Ocak 2011 Pazartesi

Hayat Ne Kadardır?

"Yaptım ama niye yaptım hele bi sor!" Banker Bilo

"Hayatımız ne kadar?
Gördüklerimiz kadar mı? Duyduklarımız mı, hissettiklerimiz mi?"
Bunu düşünüyordum bugün Zincirlikuyu Mezarlığı'ndan dönerken. Düşündüm ve bir sonuca vardım:
"Hayatımız, algıladığımız kadardır!"
Algı kapılarımız ne kadar açıksa o kadar.
"Algıda seçicilik" diye her yerde bas bas bağırıyorlar. Olayları algı penceremizden bakarak yorumluyor, hayatı dar penceremizle okuyoruz.
O halde bir dakika durup düşünelim haydi: "Neleri ıskalıyoruz?"
Ne yapalım peki? Oturup ağlayalım mı dar diye? Ya da olanla yetinelim mi?
Algı genişleyebilir, şişmanlayabilir, yelpaze gibi açılıp, gökkuşağı gibi renklenebilir, yatay veya dikey olarak ilerleyebilir.
Geriye de gidebilir. Gitmesi için travmatik bir olay veya acı bir tecrübe gerekir. Bir nevi yanlış olaydan yanlış sonuç çıkarma yanılsaması.
Biz onu büyütme üzerinde odaklanalım haydi.
Algı nasıl zenginleşir?
Tüm duyularımızı dünyaya açarak: elimizi, gözümüzü, dilimizi, burnumuzu, kulağımızı ama daha da önemlisi kalpgözümüzü.
İnterneti özgürlük diye mimlediğimize göre algımızı şekillendirmek için arada sırada bu "magic toydan" da yararlanabiliriz.
Kalpgözünü açmak ne demek peki?
Kendi zihin haritamızı bırakıp, başkasının zihin haritasıyla da hayata bakabilmek demek değil mi? Kendi tecrübelerimiz ve gerçekliğimizden soyunarak...
Bunun için derin bir empati ama ondan da önce bir "istek" gerekir.
Neden istemeliyiz?
Mutlu olmak için diye özetleyebilirim.
Küstüğümüz, kızdığımızı, anlayamadığımız olay veya kişileri düşünün... Eğer kişi ise onların da haklı olma olasılığı yok mu hiç? Olaysa yanlış anlama ihtimalimiz?
Algının kapılarını açmak sanıldığı kadar zor değil.
Filmler, kitaplar, köşe yazarları, 3. sayfa haberleri, mizah dergileri, dini veya felsefik kitaplar, sergiler, otopsi raporları hatta bunun için var.
Soyut mu konuşuyorum?
O zaman biraz ete kemiğe büründüreyim.
Filmleri yarıda bırakıp çıkmak marifet mi? Film dediğin sadece eğlendirmeli ya da korkutmalı mı?
Bir filmdeki kötü adamın derinliğini verebilmiş olan bir yönetmen aslında kötücül olanla empati yapabilmemiz için penceremizi içe doğru itiyor olmasın?
Nedir Anna Karenina'yı klasik yapan? "kocasını aldatan kadının düştüğü zavallılık" kalıbına sığdırılmayı hakediyor mu?
En sevdiğiniz kitabı düşünün. Nedir onu özel yapan? Neyini sevmiştiniz kitabın?
Zamansız ölümler...
Çevremizdeki doğumlar...
Küresel ısınma, petrol platformunun sızıntı yapması...
Neyi bekliyoruz anlamak için?
Bence durmayı...
Durup düşünmeyi...
Hepinize kucak dolusu asansör sessizliği!...
(Vefat eden uzaktan bir arkadaşımın annesi idi)

5 yorum:

Bilge dedi ki...

Merhumeyi rahmetle analım önce...

kremkaramel'cim engin bir denizin kıyılarında dolanıyorsun. Sorduğun soruların hepsinin cevabı o denizde boğulmakta. Kal ile anlaşılmaz hal gerekir (konuşarak anlaşılmaz yaşamak gerekir).

O denizin kenarında duran insanlar ikiye ayrılırlar. Seyretmeye devam edenler, içine dalanlar. Girdin mi boğulacaksın, çıkışı yok. O sınıra dikkat et bence...

kremkaramel dedi ki...

@bilge
bunları söyleyen ses denizin dibinden geliyorsa atlamayı düşünürüm:)

Aslısın dedi ki...

"Manevi anlamda hiçliğin tarifi şudur; “Hiçlik, Tanrının yüceliği ve bilgisi karşısında, O’na hayranlık ve saygı duyarak, kendi küçüklüğünün farkındalığını yaşama halidir.” Hiçlikte bilginin getirdiği büyük bir tevazu da vardır. Hiçlik aynı zamanda büyük bir bilgeliktir. Ayrıca hiçlikte kendini, yerini ve haddini bilme hali de vardır.
Evet, yaşam bir sonsuzluktur. Bunu bir bilebilsek!.. Korkularımızdan, kontrollerimizden, kendimizi “ben” dediğimiz duygularımızdan bir kurtarabilsek! Önce kendimizi, sonra herkesi, sonuçta hiçliği sevebilsek!.. Hiçlik kadar küçülebilsek, o noktaya varabilsek!.. O zaman neler olacağını, nerelere varabileceğimizi bir görebilsek!.. Bunu, şimdiki halimizle bir kıyaslayabilsek, bir karşılaştırabilsek!.

Bizler buraya doğru yol alan varlıklarız. Bütün ruhsal çalışmalar bizi özümüze, Tanrı’ya götürmektedir. Ama herşeyden önce bilgeliğe doğru büyük adımlar attırmaktadır. İşte burada bulmamız, ulaşmamız gereken yer “hiçlik” olmalıdır. İşte bu hiçlik, sadece bu hiçlik, bizi bilgeliğe götürür…….." Alıntı, kesmeye kıyamadım.

Bilge dedi ki...

Aslısın alıntı ilginçmiş. Aman diyim bahsedilen "hiçlik" ile "yokluk"u birbirine karıştırmayın. Hiçliğe ulaşabilmek için kemalat ve kudret gerekirken, yokluk için yan gelip yatmak yeterlidir.

Sena'nın Düş Bahçesi dedi ki...

"Neden" lerin dünyasına tek başına girmemeli insan. Çıldırmamak elde değil düşünmeye başlayınca. Her sorumuzun bir cevabı var ama biz o cevabı şimdi almaya hazır mıyız, bunu kabullenecek düşünce yapısına sahip miyiz?
Hayatı çok sorgulayınca kurtulamazsın buhrandan.
Yaşam da bizim için ölüm de. Bunu anlamamız lazım. Neye inanıyorsan inan, ölüm bir gerçek. İster sonrasını düşün ona göre hareket et, ister anı yaşa..
O kadar eğlenceli yazının ardından bunu okuyunca içimi bir hüzün kapladı..