26 Mart 2010 Cuma

BEYAZ

Çamların arasından süzülen güneş ışığı parça parça yerlerde dalgalanıyor. Rüzgar sanki sadece ağaç altında. Beyaz tenli, yanaklarına parmak basılmış gibi kırmızı, topaç bir garson çocuk uçarak geliyor. İçine bez tıkmaktan, siyah dar pantolonun cebinin yanı sökük. Üstünde çay lekeleri. Masada çam iğneleri. Siliyor telaşla. Çaputa dönmüş bezi cebine tıkarken beyaz kiloduyla, kıllı bacağının kesişim kümesi görünüyor. Sökük, belli ki bir kaç kez dikilmiş gri iplikle. Bakmamaya çalışıyorum. Kulağının arkasında adi, sarı bir tükenmez kalem. Ne alırsınız diyor kalemi çekip, göğüs cebinden çıkardığı adisyon fişinin üzerine koyarken. Yine söküğe bakıyorum, bakmamalıyım. İlk kez gözgöze geliyoruz. Sigara içerken öğretmenine yakalanan liseli bir oğlan gibi kızarıyorum. Kızardığımı hissedince o da kızarıyor. Beyaz yanağındaki kızarıklık hissedilir derecede koyulaşıyor. "Beyaz..." diyorum bir anda, ağzımdan çıkan lafa şaşırarak. Gözbebekleri büyüyor. Yutkunuyorum. "Beyaz peynir ve söğüş domates..." diyorum güçlükle.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

çok güzel yazıyorsun...