19 Nisan 2010 Pazartesi

EYVAH EYVAH

Hayır bu bir film yazısı değil. Film gibi olmuş bir hayatın yazısı...

Filmin başlama saati gelmiş refakatçi ortalıkta yok. İki kişiyiz. 3. biri, bize doğru seyirtiyor. Elinde bir kağıt- kalem. Kapıyı ve salonun ışıklarını açacak sanarak yüzüne bakıyorum. "Gösterim iptal oldu galiba" Haydaa nasıl olur? "İptal mi oldu?" diye sorup otoriter sesinden ve gözbebeklerinden sinemanın sahibi/refakatçisi/büfeci olma ihtimalini sorguluyorum. Sanki bir öğretmenmiş de çocukları gelmemiş gibi, elindeki kağıda ufak bir not alıyor. "Buna hakları yok" diye celalleniyor eşim. "Kimdir sorumlu?". "Yok tabii" diyor gizemli adam. "Gişeye söyleyin, itiraz edin" diyor. Kim bu adam? Film başlama saatini 2 dakika geçirdik. "Koş gişeye bu kadar bekledik, bir sonraki seansı beklemek zorunda değiliz de" diye emrediyor eşim. "Demin bir anons vardı anlaşılmayan, onu mu söyledi acaba?" diyorum.

Üçer beşer atlayıp basamakları gişeye gidiyorum. Gişede uzun bir kuyruk. İlk seans olduğu için çocuk dolu. Gişeden bilet alan 50 yaşlarında kapalı bir teyze var. Onu bekliyorum. Biletini alıp gitmesini fırsat bilip atılıyorum. İnsanlardan korkup akvaryumda yaşamaya alışan balık gibi oturan kızcağıza minicik bir delikten bakınca, çemkirmek gelmiyor içimden. "Film iptal mi oldu?" diyorum. "Hangi film?" diyor kocaman bir hayretle. "Eyvah Eyvah" diyorum. "Yoo, kim söyledi size?". "Aşağıda bir adam, görevliydi herhalde" diye geveleyip, adamın görevini, nereden duyduğunu sormadığıma kızıyorum kendi kendime. Hemen telefona sarılıyor. "Öyle bir şey yok, kimdir o, başlıyor gidin salona" diyor. Tekrar uçarak salonun kapısına geldiğimde, refakatçi olduğunu sandığım uzun boylu, yapılı, fuşya rengi tişört giymiş yakışıklı bir genç hesap sorarcasına "Seansın iptal edildiğini siz mi söylediniz?" diyor. Konunun üstüme kalması şaşırtıyor ve zafer kazanmışçasına onu görüp gösteriyorum, "Şu beyefendi söyledi!" diye. "Nereden çıkardınız?" diyor, "Öyle söylediler, bana da" diyor. Yine gidip duvara koyduğu kağıda bir şeyler not ediyor.

Yukarıda gördüğüm ortayaşlı kadın da eşimin yanına gelmiş durumu anlamaya çalışıyor. Refakatçi kapının kulpunu tutuyor, hamle yapıyoruz. "Bir dakika" diyor. Girip ışıklara dokunuyor açılmıyor. Başka birisine sesleniyor. Fuşya rengi tişörtlü başka bir genç, karşıdaki bir kapıdan girip kayboluyor. Neler olduğu konusunda fikrimiz yok. Böylece 2-3 dakika daha geçiyor. Eşim, içeri girip ürkütücü karanlığa bir bakıyor. Tam çıkacakken bir ses patlaması oluyor. Sıçrayıp dışarı kaçıyor. "Neydi bu?" diyor çocuğa. "Bilmiyorum" diyor çocuk. "Filmden mi geldi içeride bir şey mi devrildi?" diyor. "Kontrolsüz bir ses denemesiydi sanırım" diye yatıştırmaya çalışıyorum.

Bu arada eşim yanındaki teyzeyle ilgilenmeye başlıyor. "Yalnız mı geldiniz?" diyor. "Evet" diyor kadın. "Aaa ne güzel sabah kalktınız, geldiniz tek başınıza!" diyor. Bana dönüyor "Ne güzel bak tek başına sinemaya gelmiş" diyor. Yok canım çocukları vardı diyorum gişede gördüklerimi kastederek. "Hayır" diyor kadın. "Çocuklarım var ama yalnız geldim". Ortada bir gariplik seziyoruz ama kadını aşağılamaya niyetimiz yok. O sırada ışıkları açıyor refakatçi. "E, açıkmış zaten neden sokmadınız bizi içeri?" diyor eşim. "Ana kumanda odasından kapalı, şimdi açmışlar" diyor. "Nerede benim yerim, nereye oturacağım?" diyor kadın. "Salon boş zaten istediğiniz yere geçin" diyor çocuk. Eşim tedirginliğini anlıyor kadının, "Bizim yanımıza gel" diyor. Ortalarda bir sırayı ortalayıp oturuyorum.

Kadın açıklama ihtiyacı duyar gibi başlıyor anlatmaya: "Eşimi kaybettim ben, çok severim sinemayı, sağlığında getirirdi beni, Demet Akbağ'a da bayılırım, şimdi kızıma söylesem anne ne işin var komedi filminde diyecek bana, o da gider ama genelde kızını çocuk filmine götürür, onlara bir şey söylemeden taksiye atladım geldim". "Başınız sağolsun" diyor eşim. "İyi yapmışsınız, mısır almaz mısınız?" deyip uzatıyor elindekini. "Biraz alayım" diyor kadın. "Ayağımda problem var, ön tarafa uzatırsam kusura bakmazsınız değil mi?" diye müsade istiyor bizden. Sonra telefonunu çıkarıp, "Yavrum dersine geç kalacaksın, kalktın mı?" diyor. "Aaa, neden gitmeyeceksin?" diyor. Pazar günü ne okulu olabilir diye düşünüyorum. "Peki oğlum sen bilirsin" diyor. İç çekerek kapatıyor sonra."Telefonumu kapatayım da çalmasın" diyor kendi kendine konuşarak. Panikle biz de kapatıyoruz telefonlarımızı. Reklamlar başlıyor sonra. Ardı ardına reklamlar tam 20 dakika sürüyor. "Hep böyle gürültülü mü olur?" diyor kadın eşime. "Yok, film başlayınca normal olur, şimdi müzik de var ya size çok geliyor" diyor. "Çok uzun sürmedi mi?" deyice, "Bana da çok geldi, git söyle şunlara olmaz bu kadar, kessinler reklamı" diyor. "4 kişiyiz ya kalabalıklaşsın diye mahsus yapıyor olabilirler" diyorum. "23 dakika oldu ama" diyor eşim.

Fırlıyorum hemen dışarı. Ortalıkta kimse yok. Bizim yakışıklıyı diğerleriyle sohbet ederken buluyorum büfenin önünde. "25 dakikadır reklam izliyoruz. Reklamları geçemez misiniz, zaten 4 kişiyiz" diyorum. "Dağıtıcı şirketler mecbur tutuyor abi" deyip peşime takılıyor çocuk. Birlikte salona giriyoruz. Kağıt-kalemli adam, arkadan son 2. sırada kenara ilişmiş, kağıdı elinde hala. Çocuk reklama bakıp "Abi son 2 reklam zaten, şimdi başlıyor" deyip gidiyor. Yerime geçerken açıklama yapıyorum bizimkilere. Gerçekten 2-3 reklam sonra başlıyor film.

Çocukluğumun geçtiği yerlerde geçiyor film. Keyifleniyorum. Derken ilk yarı bitiyor. "Küfürlü olacak die korktum ama o kadar değilmiş, Çanakkale'de geçiyor, benim de Lapseki'de yazlığım var, seviyorum oraları, Recep İvedik'e gitmedim o yüzden, Nurten, abla dedi, sen gitme o filme sevmezsin, Vizontele'ye gitmiştim, sonra bir filme daha gittim neydi adı unuttum, Güneşi Gördüm'e gittiniz mi, ben çok istedim gidemedim, o dönemde sorunlarım vardı, hani bahsettiğim Lapseki'deki yazlığımı satıp borçlarını kapatacağım oğlumun, demin telefonla konuştuğum oğlum akıl hastası biraz, depresyonda 2 yıldır. 22 yaşında. Akşama kadar uyuyor, geceleri de film seyrediyor ya da internette. Abisi, en azından işe girsin diye onu bilgisayar kursuna yazdırdı, üniversite mezunu olmadığı için hiç olmazsa meraklı olduğu konuyu öğrensin diye, üstelik Auto CAD biliyor ama bazen gidiyor, bazen gitmiyor. Üstüne de gidemiyorum. Bir saat yalvarıyorum kalksın diye. Bugün de filme erken gideyim de dönüşte kaldırıp göndereyim diye erken geldim sinemaya. Ama gitmeyeceğim diyor... Daha önce de iş kurduk yıkama yağlamacı dükkanı, borçlar yapıp kaçtı. Kaç kere kaçtı, kaçtı, geri getirdik. E tabii ismimize leke gelmesin diye borçlarını ben ödedim. Bir dairem vardı sattım. Hangi işe girse birisi küfrete, bir laf söylese işten çıkıveriyor ya da dövmeye kalkıyor. Çok asabi. Babasına çok üzüldü, niye başkasının değil de benim babam öldü diyor, Allah'a karşı gelmek olmaz yavrum diyorum anlatamıyorum. Affedemiyor kendini." diye çekinmeden anlatıyor. "Eşiniz neden öldü, kaza filan mıydı?". "Kalp kriziydi yavrum, beni markete bıraktı, yarım saat sonra kalp krizi geçirmiş. Ben gidene kadar vefat etmişti zaten. Şeker hastasıydı, kalp de vardı. Beş sene oldu, 56 yaşındaydı, yavrum. Küçük oğlum aramış okuldan ona iyiyim demiş. Çocuk da affedemedi kendini. Çok düşkündüler birbirlerine. Bu küçük oğlum çok sonra oldu, yeri başkadır. 15 dakika önce gitsem, ilacını verirdim ölmezdi diyor hep. Hep aynı şeyi söylüyor".

"Arkadaşı filan yok mu diyor?" eşim. "Bir arkadaşı var, ona da oğlum diyorum sen bari söyle de aklını başına alsın. Kız arkadaşı vardı 2 tane ayrıldı". "Niye ayrıldı?" diyor eşim. "Bilmiyorum ki, son zamanlarda telefonda sürekli kavga ediyorlardı. Ah keşke devam etse. Kızlar da hepsi üniversite mezunu, bir tek yakışıklılığı var bizimkisinin, neyine bakıyorlar anlamıyorum.Hiç dinlemiyor beni". Lafa giriyorum "Hiç tedavi görmedi mi?" diyorum. "Görmez olur mu 2 yıl önce gitmiştik, ilaçları da vardı bıraktı. Şimdi de götüremiyorum. Deli miyim ben diyor. Meyvasuyuna katıyorum öyle de etkili olmazmış. Sen gitsene diyor bana. Oğlum 200 TL ver sen, ben doktora koşa koşa giderim diyorum. Ucuz değil ki doktorlar. Vallahi giderim". Sözün bittiği yere geliyor konu. "Zor!" diyebiliyoruz ikimiz de. Derin bir iç çekerken kararıyor salonun ışıkları. Karanlık, dramatik örtüsüyle beynimizi örterken, "Oğlum, delidir o deli, kaç sen kaç!" diyor Ata Demirer'e filmdeki kadın. "Eyvah eyvah!" diyor Ata, "Eyvah Eyvah!".

Hiç yorum yok: