31 Aralık 2009 Perşembe

Mutlu Yıllar!


Yahşi Batıya Olan Maceram


Her akşamki gibi 1. postaarabasından(dolmuştan inip) 2. dolmuşuma binmiş, tıklım tıkış ter kokuları arasında elimdeki poşeti ayaklarımın arasına sıkıştırmış, bir elimle kitap okumaya çalışırken, eşim Kalamiti Ceyn aradı. Klasik sorusunu sorup kapattı: Neredesin? Klasik cevabımı verdim. Az sonra tekrar aradığında nerdesin sorusuna şarjın var mı eklendi. Derken şimdi kapat biraz sonra arayıp sana önemli bir şey söyleyeceğim, şimdi kapat dedi. Kitabıma döndüysem de az sonra önemli bir şey söyleyeceğim cümlesinin ağırlığı başka bir şey düşünmeme izin vermiyordu. Aile efradımızdan birinin başına bir şey gelmiş olma ihtimali iyice ağır basınca eşimi aradım. Önce çekmedi. Asansörde olduğunu düşündüm. Sonra meşgule döndü. Artık telaşım iyice artmıştı. Numara kullanımda uyarısı ile daha fazla inatlaşamadım ve yürümeye başladım. Biraz yürüdüm ki telefonum çaldı.

Eşim, karşıya gelebilir misin dedi Kanyon'a. Ne oldu ki dedim. Hala kötü bir şey bekliyorum. Yahşi Batı'nın galasına davetiye verdi son dakika müdürüm dedi.Geleyim dedim. Bunu dememle paniğim başladı. Saat 21'de başlayacak olan galaya 1 saat vardı. Eşim taksiye atla gel dedi. Üzerimde sadece 10 TL vardı ve tanrılar çıldırmış olmalıydı. Bir dolmuşa atlayıp Tepeüstü'ne geldim. Pardon gelmeden önce eşim neredesin diye aradı. Karşıya geçecek otobüslerin durağına gözattığımda ortada uzun bir kuyruk görüyor ama "2 resim arasındaki 7 fark oyununda bulamadığım 7. fark gibi" en önemli şeyi göremiyordum. Otobüs yoktu ve saat 20.30 olmuştu. Eşim aradı ve ısrarla taksiye atlamamı söyledi. Düşünmeden orada bekleyen taksiye bindim. Batıya! dedim. Yahşi Batıya...

Tamam her günkü gibi grantuvalet giyinmiştim ama elimde yılbaşı için gelmiş hediyelerle, benim aldığım hediyelerden oluşan çantalar vardı. Taksi, bağlantı yolunun kavşağını dönüp de 2. köprü yoluna çıkarçıkmaz bizi karşılayan ilginç bir şeyle burunburuna geldik: Bufalo sürüsü (Bu saatte salıyorlardı tırları) . Eşim aradı neredesin diye. Son aradığının üzerinden sadece 2 dakika geçmişti ve durumu bildirdim. İkimizin de korktuğu bir husus vardı şarjımın bitmesi. En olmadık zamanlarda şarjı biten ya da arıza çıkaran iphone'umdan çok muzdarip olmuştuk. 2 dakika sonra neredesin diye tekrar aradı. "Yoğun akıcı" bir trafikle ancak Elmalı Barajı civarına gelebilmiştim. Sağda solda dikenli kaktüsler (EDS kameraları) ve kızılderili baskını (Mavikırmızı sirenli polis arabaları) nedeniyle, posta arabası sürücüsü zikzaklar çizmekten çekiniyordu. Bu 2 dakikada bir aramalarla Kavacık kavşağına geldiğimde saat 20.50 oldu. Hala onunla nerede buluşabileceğim, taksinin ne kadar tutacağı, sinemaya yetişebilecek miyiz stresimiz devam ediyordu.

Neyse Kavacık kasabasından geçtiğimde akbabalar seyrelmeye başlamış, posta arabamız hızlanmıştı. Bu stresle ateş suyuna çok ihtiyacım vardı ama ne param ne zamanım vardı. 20,55'te Kanyon'un önünde durduk ve Kalamiti, posta sürücüsüne bi 30'luk fırlattı. Yaya olarak yola devam edecektik. Kasabanın kalabalık virajlarından Saloon'un kapısına geldiğimizde bizi büyük bir sürpriz bekliyordu. Fazla davetiye dağıtıldığından içeride yer yoktu. Kalamiti çok sinirlendi. Ben ağzımın içindeki kürdanı sağdan sola atmış düşünüyordum. Kapıdaki bar fedailerini eliyle ittirip içeri girdik. 7 salonun 6'sı dolmuş film başlamıştı. Herkes gibi 7. salona yöneldiğimizde aynı cevapla karşılaştık. Başkalarının rahatlıkla girdiğini görünce yine söylendik. Organizayondaki bir Cancan kızını göz hapsine alan Kalamiti, nihayet puflarda oturmak için izni kopardı. Bizim salon meğer sadece oyuncular için ayrılmış salonmuş. İçeri girdiğimizde CMYLMZ ortada sunuş konuşmasını yapıyordu.

Elimdeki hediye poşetlerini üstüne kaşkolumu da koyarak "first klas VİP dilencisi" gibi yere oturdum. Kalamiti her zamanki gibi 4 ayak üstüne düşmüştü. Yahşi Batı'ya olan zorlu maceram böylece iyi sonuçla noktalandı.

Film, 13-14 yaşındaki ergen oğlan çocuklarının bayağı ve küfürlü konuşmalarını anımsatan jargonla çekildiğinden, sanatsal değil ticari başarı amaçlandığından bekleneni veriyordu. Bol bol ABD'ye laf geçirmeler, imalı sözler ve Turist Ömer diyalogları göze çarpıyordu.

En çok beğendiğim sahne ise Uğur Polat'ın göründüğü sahne oldu. Kesinlikle ama kesinlikle izleyince hak vereceksiniz. E bi de spoiler içeren bir şey söyleyeyim. Yahşi Batı'dan sonra sırada Yahşi Çin'i çekebilir.
İyi seyirler.

30 Aralık 2009 Çarşamba

avatar

Günlerim pek de birbirinden farklı değil bu ara. Resim yapıyorum ve öykü yazıyorum yine. Ha ne oldu dün akşam Avatar'a gittik o var sadece. Avatar, 3 Boyutlu görsel güzellik, yamalı senaryo. Son Mohican, Son Samuray, Pocahontas (New World), Braveheart, Yüzüklerin Efendisi, Ormanın Çocuğu filmlerinden derleme gibi.

Bir hastalık mı bilmiyorum vücudumda bir huzursuzluk var. Blogumu hastalıkla dertle kirletip sizin canınızı sıkmak istemiyorum. Mimlediklerim geç de olsa cevaplıyor sorularımı.Wakan Tanka çok şaşırttı hala cevaplamadı mesela. Si-men de öyle.

25 Aralık 2009 Cuma

K.çımdan Uydurduğum Mim


Blogtan önce insanlar nasıl mimleşirlerdi merak ettim. Facebook bize dürtmeyi, blog mimlemeyi öğretti. Kafamıza taş yağacak. Neler uyduruyolar yaw.

E onlar uydurur da ben uyduramaz mıyım? Ben de panda mimi diye bir şey uyduruyorum. Bu ağırkanlı hayvan gibi içinizde mimi geç gören, görse de ağırdan alanlar olacağından panda mimi koydumn adını. Geç cevaplayanlar "başpanda", cevaplamayanlar "panınlabirenti", erken cevaplayanlar "promatürepanda" olarak deşifre edilecek, cevaplayanlara dapanda hediye edilecektir.

Mim soruları boru diil. Çiçek-böcek-burç da sormayacağım. Oğlum, sen, önün dön! (Birden kendimi okul müdürü sanıverdim) İyi düşünün. 2009'un önemli olaylarından seçtim. Kasmayın, hiç acımıycek.

1- Siz olsaydınız Dominique Strauss-Kahn'a ne fırlatırdınız. (Büyük düşünün, +18 demedim, özgün olsun, ciğerimi yiyin)
2- Kuşdili ile yayın yapmak Anayasa Mahkemesi tarafından yasalaşsa, TRT'nin yeni kanalının adı ve primetime'da yayınlanacak programın adı ne olurdu?
3-Dünya Ekonomik Forumundasınız, Şimon Perez'e hitap ederken hangi ingilizce kelimeleri kullanırdınız?
4-Üç Maymun kadar güzel bir filmle Cannes'da ödül alırken ödülünüzü kime ithaf ederdiniz (Cevaplar bir zamanların gözde yıldızı maymun Çarli'yi içermeyecek:)
5-Rimiley, Düm Tek tek, Diday Diday Day gibi parçaların ödüle yaklaştığını bildiğimize göre Eurovision'a hangi tekerleme ile katılmamızı önerirsiniz?
6-Hulki Cevizoğlu'nun yeni kurulan partinin adını daha çok oy alması için ne olarak değiştirmesini istersiniz?
7-Bu yıl ilki yapılan Birinci Romen Çalıştayı'nın sonrasında sizce ne oldu?
8-"Alien Predatur'e Karşı" filmi gibi bir film yapsanız, Twilight/Edvard Culin'in karşısına kimi çıkarırdınız?
9-Michael Jackson'ın ölümünün ardından ne gibi bir gerçek çıksa şaşırırsınız?
10-Mahsun Kırmızıgül, "Güneşi Gördüm" filminin devamını çekse adı ne olurdu?

Süreniz başladı. Mimlenenenler kendilerini bilirler. King, Genç Bir Anne, Chalcene, Summerson, Nakhar, Birbiseksüel, Si-men, Wakan Tanka, Katrankarası, Gayyor, Victor, Bad-Saba, Coachbear, Serious, Engin Deniz, Desperatehousegay. Cevaplarınızı nereye isterseniz oraya gönderin.Cevaplarınızı eleştirip puanlama hakkım saklıdır.

24 Aralık 2009 Perşembe

yaw bu da ayrı bi sanat!

.



 (\_(\
 (=' :')=★**• . •**★

o(,('')('')


**Merry Christmas

22 Aralık 2009 Salı

Manyak mıyım?

Dün gece eşim yanıma gelip sen manyaksın dedi. Bu kadar güzel bir iltifat almayı beklemiyordum. Saat kaç diye sordum. Sabahın 4,30'u dedi. Sonra beraberce 100x70 boyutlarında yaptığım ve yeni bitmiş resme baktık... Uykusuzluğuma değmişti. Sanırım, saat 22 civarında bir önceki resmimi bitirmiştim. Bu 6,5 saat sürdü. Bu hızla gidersem yaza kadar bir sergiyi dolduracak kadar resim yapmış olurum. Sizlerle de paylaşayım istedim. Sergilenecek galeri belli. Samimi olduğum blogdaşlarıma adını vereceğim günü gelince.

18 Aralık 2009 Cuma

2010 Kış Modası

2010'da kışın çamur çok moda. Jeanlerin paçaları çamura bulanacak. Yıkanınca çamuru akacağından, yumuşatıcı gözüne çamur konulacak. Gerekirse bu çamurlu sen görmüyosun diye çamura yatılacak. Çamur atılacak, izi kalacak. Güneş balçıkla sınanacak.

2010 kışının doğalgaz faturası yüksek olmaması için UFO'lara yöneldi modacılar. Herkes UFO görecek. UFO'yu alamayan Cemil İpekçi'ye pazen don diktirecek.

UGG'ların cıngıllısı, topuklusu ve bağcıklısı çıkacak. UGG modasını baharda EGG çılgınlığı takip edecek. O yüzden yumurta kapıya dayanmadan hemen yumurta topuk ayakkabı(EGG) alın bence.

2010 Kışının diğer bir çılgınlığı atkılı kaban. At kılından yapılan bu kabanlarla atkınızı başka yerde unutmanız imkansız.

Moda tekrardan ibarettir. Nihayet 2010 yazında sizi aşağıdaki kıyafet bekliyor. O yüzden ocağınıza hemen bir incir ağacı dikin. Fotoğraftaki benim. Fotoğrafçı Erol Atar. Efekt Korkmaz Çakar.

VERMENEK 2009


Bugünlerde bloglarda bir almanaktır almış başını gidiyor, (wakantanka başlattı sanırım bu rezaleti) e benim neyim eksik, ben de vermenek'imi çıkardım. Size şu 3 ayda neler verebilmişim diye:

-Önce nokta ve virgülsüz kusmuşum da sırtımı sıvazlamış birileri, dost bellemişim, biri noktasını vermiş biri virgülünü...

-Arkaplanda karar kılamamışım bi türlü. Canım sıkılmış b.kumda boncuk aramışım. Boncuklarla süslemişim beğenmişsiniz. Yaw siz manyak mısınız?

-19 kayıt girmişim Ekim ayında. Eee ekim ayı: dikim ayı.Önce konuşmalarımı dikmişim, sonra filmler, derken şiir ekmişim. Yemlemişim ulan sizi muhahaha, siz de kanmış toplanmışsınız saf saf. Benim ne mal olduğumu bilmeden yorumlarda övmüşsünüz. Siz benim meyvelerimsiniz. Amaa meyveli ağacı taşlarlar. Nişan aaaal! Ateeş!

-Kasım ayına geldik.Kasımda Aşk Başkadır. O zamanki aşkım beni yormuş. Ve beni hayatından çıkarmış. Kasım kasım kasılmışım. Filmler, şiirler, zirzopluklarla doldurmuşum blogu. Daldan dala atlayan telgraf kuşu gibi. Ne dengesiz biriyim yaw:) 63 başlık girmişim. Absürd fotoğraflarla bezemişim. Farklı olcaam ya... Oysa hepimiz öleceğiz!

-Aralık ayında pek popülist gördüm kendimi... Ulan resmen meşhur oliim diye kullanmışım sizi. Tüüü yazıklar olsun bana. Ne sahtekarlık ne şarlatanlık bu yaw! Röportaja kalkışmışım. Gerçi çok eğlenmişiz. Alan razı satan razı! Yine devam mı etsem. Sonra bi ara sıkılmışım banttan yayın yapmışım. 5-6 yıl önceki şiirler eklemişim. Aneeey ! Sanata vermişim kendimi.Sonraa orada aşık olmuşum. Şimdi bulutlardayım.Yıl bitiyo bloga çam ağacı aliim.

Vermenekime son verirken büyüklerimin ellerinden, küçük ama yaklışıklı olanların dudaklarından, diğerlerinin gö(ğü)zlerinden öperim.

16 Aralık 2009 Çarşamba

I feel good!


Beni rutin hayat sıkıyor. Görev haline gelen sorumluluklar, bitmeyen işler güçler, zorunlu ziyaretler... Ama şimdi çok güzel bir aşkın eşiğindeyim. Çok somut adımlar attı benim güzel ressamım. İçimi boyadı. Hayata döndüm. Gece gündüz resim yapıyorum. Bugün işyerinde 4 resim yaptım. Resim yapmak beni çok dinlendiriyor ve pozitif elektirik veriyor. İyiyim yani. Ama keşke vaktim olsa da tamamen sanatla ilgilenebilsem. Bir sergi açmak istiyorum. Bir öykü, bir şiir kitabı bastırmak istiyorum. 2 yıl sonrasına da bir roman belki. Kafamda bir proje var. Eğer bu ruh halimle devam edersem ulaşılmaz hedefler gibi gelmiyor bana.

15 Aralık 2009 Salı

Orada bir g.t var

Ayşe Arman diyor ki Erol Günaydın'a: En şahanesi, siz cansız şeylerin de taklidini yapıyorsunuz!


- E tabii. Diğeri kolay. Ben mektup olurdum mesela. Altan (Erbulak), beni yüzümden alıp okur, sonra buruşturup atardı. Daha başka şeyler de var. Ayıp taklitler, uzuv taklitleri filan... Bir kere de bir adamın g.tünü konuştum. İyi dublaj yaparım ben. Dediler ki, ‘Seks filmi var, orada bir g.t var, konuşur musun?' Konuştum vallaha. Akşam eve geldim, bizimkiler ‘Bugün ne yaptın baba?' dediler, ‘Pazara gittim alışveriş yaptım' dedim, ama bir g.t sayesinde demedim! diyor.
 

boşalma denemeleri

düşündüm de içimden geldiği gibi yazmayalı 3 yıl 9 ay 10 gün olmuş o arada sarıkız doğurmuştur herhalde kimse artık o, tanımıyorum, zaten ineklerle oldum olası aram iyi değildir ,hep ön sırada otururlar, halbuki adam gibi otursana bankta di mi ama o da haklı adam değil ki o kız. kızların hayatta duruşu farklıdır mesela bacaklarını açıp oturamazlar etek giyince, ama mayo giyip şpagat açabilirler onu da erkekler açamaz. gerçi açan erkekler var ama ben tasvip etmiyorum.cinsel açıdan sakıncalı açıkça söyletmeyin anladınız. cinsellikte pek iyi değilim, çalışmadığım yerden sormayın. zaten cinsel sorunlarım var bu aralar, partner yok buluşmaya gitmek için, rahat oluyor biliyo musun pejopartner, yürüyerek gitmek sorun oluyo, yolda terliyorum. sorunlarımı çözeceğini bilsem partiyi kapatacağım..bi zamanlar ne güzel ciciolina vardı .aşk partisi gibi bi partiden milletvekili seçildi, ne oldu ona, ölmediyse bizim gruba çağırayım. yanlış anlamayın grup derken, denekleri kastediyorum. insanları ikiye ayırdık: birinci grupta sol, ikinci grupta sağ yanları var, deney yapıyoruz ama adil değil, çünkü erkeklerin sol testisleri sağından daha büyük, beyin lopları löp et gibi ekmeksiz yenmiyo.denemeden alınca da fişini unuttuğum için geri almıyolar elimde kalıyo. elimde ocağımda ne varsa hayır kutularına atıyorum referandumlarda ben de. nasıl olsa kim kime dum duma. işte böyle etliye sütlüye, ediyle büdüye, suya sabuna dokuna dokuna boşaldım ohh bee!

11 Aralık 2009 Cuma

KHODA

"Bir kısa film için ne kadar emek harcanabilir?” sorusunun cevabını merak ediyorsanız mutlaka Khoda‘yı izlemelisiniz. İzlerken kendinizi bambaşka bir dünyada bulacağınız Khoda isimli kısa film Reza Dolatabadi imzasını taşıyor. Aslında Khoda, Reza Dolatabadi tarafından hazırlanmış bir bitirme ödevi. Ancak Khoda’yı sadece bir bitirme ödevi olarak görmek haksızlık olacaktır. 5 dakikalık kısa filmin en dikkat çekici yanı her bir karesinin tek tek 2 yılda çizilmiş olması. Yani videoyu izlerken herhangi bir anda durduğunuz kare aslında bir çizim. Üstelik 5 dakikalık filmde tam 6000 farklı çizim kullanılmış. Yazının devamında nefes kesici kısa filmi izleyebilirsiniz.


KHODA'yı izlemek için: http://www.log.com.tr/5-dakikada-6000-kare/


KÜNYE



Sanat yönetmeni Reza Dolatabadi

Senaryo Reza Dolatabadi & Mark Szalos Farkas

Animasyon Adam Thomson

Müzik Hamed Mafakheri

BUZLAR ÇÖZÜLMEDEN


Yıl 1985 ya da 1986... Cebeci Erkek Yurdu'nun kapısına bir afiş asmışlar. Ulucanlar'da mahkumlardan bir oyun. "Buzlar Çözülmeden"

İki arkadaş gitmeye karar veriyoruz. Soğuk bir kış akşamı... İçeriye üstümüzü arıyarak alıyorlar. İlk defa bir cezaevine girmenin ürpertisi içimde. Soğuk gri ve kirli sarı duvarlar... Küçük bir sahne ve perde... Oyuncular, "normal insan gibi". Ne olmasını bekliyordum ki? Suçları ne olursa olsun veya suçlu olsun olmasınlar "insan" onlar. Değil mi ki sanatla sevişmişler, değil mi ki sahne tozu yutmuşlar, değil mi ki seslerini duyurabilmek için tiyatronun hamurunu kabartmışler...

Etten ve kemiktenler... "Azılı" bir halleri yok. Bir süre sonra "cezaevi", daha bir sahneye dönüşüyor ve oyunla, oyuncularla kaynaşıyorum. En ironik yanı konunun cezaevine uyarlanması ve mahkumların, birer mahkumu canlandırması. Belki de bu yüzden bu kadar inandırıcılar.

Gösteri bittiğinde uzun uzun alkışlıyoruz. Canlandırdıkları kendileri olduğuna göre alkışladığımız oyunculuk güçleri değil, yaşama karşı duruşları ve sanata olan duyarlılıkları. İçlerinden biri bir oyuncu oldu şu anda belki. Belki de bir anı oldu kaldı yaşam ağaçlarının dalında. Onları bilmem ama ben en güzel köşesine yerleştiriveriyorum bu güzel anıyı.

10 Aralık 2009 Perşembe

Ben neymişim yaw!

Deniyor ki:
Bu burcun insanları duygularının son derece hassas bir yapıda olması nedeniyle adeta sanki bir medyum imişler gibi etraflarında tanınırlar. Çok derin hisli ve duyguludurlar. Bu hisleri öylesine kuvvetlidir ki sanki aklınızdan geçenleri okuyabilirler. Bir insanı bir kere gördükleri zaman eğer kanları o kimseye ısınmazsa bir daha o kimseye tekrar ısınmaları asla mümkün değildir. Tabii bunun tamamıyla tersi de olabilir. Şüphesiz çok duyarlı bir insansınız. Belki ciddi tavırlı,suratı asık, kolay kolay gülmeyen bir tipsiniz. Ama aslında çok yumuşak ve duygulu bir insansınız. Hislerinizi engellemeniz kolay olmuyor ve bu yüzden sık sık üzülüyorsunuz. Bu hassalığınız yüzünden sizi kolayca yaralamaları mümkündür. Merhametiniz,sevginiz,şevkatiniz çok çabuk ortaya çıkmaktadır. Sizin kadar renkli hayalleri olan biri daha bulamazsınız. Hem bu eşsiz hayaller birbirini izler. Siz hayal kurmadığınız zaman adeta rahatsız olursunuz. Ayrıca her zaman için rahat ve huzuru arayan bir tipsiniz. Ancak bunları bir türlü bulamamaktasınız. Çünkü yine duygularla hareket etmektesiniz. Sizin için rahat ve huzuru elde etmek kolay değildir. Paraya önem vermeyen bir tipsiniz. Cömertsiniz. Siz belki de zorlukla kazandığınız parayı kolaylıkla verebilirsiniz. Güzellik hayatınızda çok büyük bir rol oynar. Siz her şeyin güzelini sever ve istersiniz. Ayrıca hayallerinizde güzelliğin büyük yeri vardır. Çok duygulusunuz ve sevgisiz yaşayamazsınız. Ailenizi, eşinizi, çocuklarınızı, herkesi ve hayvanları seversiniz. Hem onlar için türlü fedakarlıklar yaparsınız.

9 Aralık 2009 Çarşamba

Günün sözü

Kimseye etmem şikayet, UGGlarım ben derdime!














Not: İyi de UGG'lar Avustralyalı sörfçülerin denizden çıkınca ayaklarını sıcak tutması için tasarlanmamış mıydı?

7 Aralık 2009 Pazartesi

Contemporary İstanbul Fuarındaydım

Hep yazıi hep yazı. Biraz da resim olsun dedim. Sanata soyundum bugün.


Bugün, tabii sizin için dün oluyor, sanat fuarındaydım. Sizin için gezdim:P diyemeyeceğim ama sizinle paylaşmak istedim. Fuar oldukça kalabalık ve renkliydi. Fuarın beğendiğim bir kaç eserini ve dedikoduları sizlerle paylaşayım.

Utanarak söylüyorum ki Aşk-ı Memnu'daki Madam (Zerrin Tekindor)un ressam olduğunu bilmiyordum. Genelde otoportre çalışmış gibime geldi. Ya da 19. yy Fransız kadınlarını. Oldukça renkli bir dünyası vardı. Sizce de öyle değil mi? Ne yazık ki kendi yoktu, belki de çekimdeydi:(

Diğer bir popüler isim BB idi. Telefonla konuşuyordu.4D tekniğiyle hologramlı eserlerini sergiliyordu. (Sakızlardan çıkan 3 boyutlu, hareketli resimleri düşünün) Biraz evvel tesadüfen onun twittter hesabını buldum. İsterseniz şuraya göz atın:

Aşağıdakiler de ilgi eken yerli ve yabancı sanatçıların yapıtlarıydı:


1) Kezban Arca Batıbeki, 2) Canan Şenol, 3)Zhao Zhen, 4)Ramazan Bayrakoğlu, 5) Balkan Naci İslimyeli, 6) Riyas Komu ve 7) Selma Gürbüz’ün çalışmaları

Gelelim Leyla Alaton'dan ayrılan Mehmet Günyeli'ye... Oldukça başarılıydı Dervişler serisi. İnancın Dansı adını vermiş. Aynı seriden diğer resimler için şurayı tıklayabilirsiniz. Oldukça karizmatik olan Günyeli'nin başı açılmaya başladığından Ertekin gibi şapkayla dolaşıyordu.
.

Bu aşağıdaki ise şiddetin kara kitabı gibi. İpek Duben'in kumaş üzerine baskı şiddet fotoğraflarından oluşuyor. Fuarda gördüğüm eser bu değildi. Ama tüm eserlerinden bir seçkiyi 2 Ocak'a kadar Akbank Beyoğlu Sanat Merkezi'nde görebilirsiniz. Onun dünyasını bana açan asistanına teşekkür ediyorum. Bu yazıyı yazmak 4 saatimi aldı artık uyuyayım:)

6 Aralık 2009 Pazar

Katrankarasının gerçek adını öğrendim!

İlk uçağa atlayıp Antalya’ya gidiyorum. Havaalanında karalar giymiş, kara gözlüklü bi adam var, elini uzatıyor, Yargıç diyor, Ardahan Yargıç, (Neslihan Yargıcı’nın erkek versiyonu ya) adımı söylüyorum: Adsız, Yorumcu Adsız. Elleri yumuşacık, sakalları kara, nüfuskaadında doğum yeri Ankara. Beni alıp, Karpuz Kaldıran’a götürüyo, yaşlıyım ya, karpuz kaldırıcı don giydiğimi ima ediyo güya, karşılıklı oturuyoruz, mel mel bakıyoruz, garson geliyo, ne vardı diyo, üç yakışıklı lütfen diyoruz, niye 3 diyo, sen anlamazsın diyoruz, birini paket yaptırıp yanıma alıyorum kalkarken, karpuz patlıyor, heryer karpuzkarası, pardon kırmızı… Çekirdekleri kuzinenin üstüne koyuyoruz, antioksidanmış, hepsini ben yiyorum, ondan daha genç ve güzelim artık, havama girdim, gırtlağımı temizliyorum ki…

Evet, sevgili karamel tadındaki adam :) (diyor. Haydaa daha soru sormadım ki evet diyo bu, demek bunca yolu bu kertenkelesi için gelmişim, gerçi ne güsel kendin sor, kendin cevapla hesaaabı) Teybi ortaya koyuyorum, sesime Sezen Cumhur’la Can Dündar arası bi hava verip, soruyorum.

-Katrankarası ne anlatıyor? Bir insan niye kendisini katrankarası ile sembolize eder? Tamam şiirsel ama abi sen manyak mısın? :))

Katrankarası, aslında benim ruh halimi anlatıyor. Sıkıntılı olduğum dönemleri hatırlatıyor bana. Genel olarak da siyahı seven bir insanım :) Ayrıca yazılarıma da ilham kaynağı oluyor, böyle düşündüğümde. Her zaman böyle miyim dersen, hayır tabiki de insanlar çoğunlukla beni neşeli,mutlu gülen suratlı ifademle bilirler. Bu karanlık tarafım bana özel. Manyak mıyım dersen? Evet bazen manyaklığın dibine vurduğum oluyor. Ama sonuçta her insan biraz manyak değil midir? :) (yok canım sana ööle geliyo, ben bayaa akıllıyım)

-Bir gazeteyi eline alınca sırayla mı gidersin? Önce nereye gözatarsın? Köşe yazarların var mı? Her köşeye işer misin? İnsan mısın sen? İşer misin bizim gibi?

Gazetesine ve o an ki okuma hevesime bağlı. Bazen saatlerce tek gazeteyi evire çevire okurum, bazen de 1 dakikayı bile geçmez. Öncelikle ana sayfasına bakarım, ama genellikle son sayfalara doğru azalan bir ilgim vardır. Köşe yazarlarım çok, ama isim isim yazmakla kitleme beni istersen :) Genel olarak yer yer ciddiyetlikten uzak, gündem haberleriyle kendini kasmayan yazarları tercih ediyorum. Okuduğumda bana birşey katmalı, kendi düşünceleri bana empoze etmek yerine, yepyeni ufuklar açmalı bana. Her köşeye işermiyim, zannetmiyorum. Manyak dediysek o kadar da değilim ya :P İnsan mıyım, inan bazen benim de şüphe ettiğim zamanlar oluyor ama genel olarak o "maske" ile dolaşıyorum. Delisin ya :) işeme konusunda ihtisas yapmadım, bilemiyeceğim sen nasıl işiyorsun :) (gösteriim mi diyorum, olur diyo, sonra bu kısımları kayıttan çıkarıyoruz)

-Blog açtın da nooldu? Başın göğe mi erdi? Kimleri tanıdın? Ne kadar tanıdın? Hala niye yazıyorsun? Kapat git kardeşim, meydan bana kalsın:)

Blog açmamdaki destekçim aslında Coach, "ya hadi gel sanada bir blog açalım" dan yola çıktık. (hımm arkadan ittiler durumu)O dakikadan beri kendimi durduramıyorum, bağımlısı oldum. Bu benim ilk blog denemem değil ama yazdıklarımla sınırsızca yazabildiğim ilk blog adresim. İlk başta kimse okumaz diye düşünürken, kendi çapımda beni takip edenlerin olduğunu gördüm. Yazdıklarımın beğenilmesi tabiki gurur verici birşey (yoksa pohpohlanıyormuyum ne ?:P). Burda tanıştığım bir kaç kişiyle gerçekte tanışma fırsatım oldu, iyiki de bu blogu açmışım, tanışmışım dedim. Kapatma konusuna gelirsek, ne zaman yazmaktan ya da insanlar beni görmekten sıkılırsa o zaman giderim. O zamana kadar karamelcim, birinci belli ikinci kim kavgası kalıyor geriye :)) (sen ööle san, çok pis dalarım)

-En büyük hatan ne? Beni tanımış olup, röportaja katlanmak? İnsanları kendin gibi bilmek? Kırılgan olmak? Olmayacak birine aşık olmak?

Çok hatam oldu. Yaşadığım en büyük hatalar bir çok insan gibi, "haddinden fazla değer" vermekten geldi. Çok yaralar aldım bu nedenden dolayı. Ama yaptığım kişisel ahmaklıklar yok mu? Çook. Bu konuda aynı hatayı bile bile isteye isteye tekrarlayabilen bir yapıya sahibim. Başkasına der kendim düşerim o çukura :) Aşırı duygusal bir yapım yoktur, hatta duygularımı ifade etmekte zorlanım (istisna durumlar hariç). Özellikle yeri geldiğinde "o" gerektiği duyguyu verememişimle ünlüyümdür. Son soru benim için can alıcı bir soru olmuş. Olmayacak birine aşık olmak, zaten en çok acı verenler bu tipler değil midir. Hep bu olmayacaklara takılıp olabilitesi olanları bile es geçiyoruz. Bu hep mazoşist yapımdan kaynaklanıyor birazda... (kırbacımı çıkarabilirim rahatça)

-Günlerdir Bilgelik Hikayeleri'ni okuyorsun. Bilge mi kesileceksin başımıza kardeşim? Bilgeliğe giden yolda neler var 5 tane madde say çabuk! Röportaj benim diil mi dua et özetini çıkart demedim. Hikaye anlatma bize, hikaye anlatma!

İnan bana öylesine sepete attığım bir kitapdı. Özellikle araştırıp almadım, sadece kendime yolda giderken bir meşgale arıyordum. İsmi cezbetti, aldım öylesine. Toplasan 10-15 sayfa birşey okumuşumdur. Bilge kesilmek ne haddimize canım :) Ancak her insanın kendi çapında bilgeliği vardır, ama sadece kendisine söker bu bilgilikler. Ayrıca farkettiyseniz, kimse günümüzde yaşan bir bilgeyle ilgilenmez, hep yitip giden üzerinden asırlar geçmiş insanlara bakar, düşüncelerini önemseriz. Bence bilgeliğe giden bir yolsa, bu tamamen kendini tanımaktan geçiyor. Hayattayken kendini tamamen bilebilen bir insan, zaten benim gözümde o mertebeye ulaşmıştır. Bak bu arada çaktırmadan nasıl "okumadığım" kitaptan kıvırarak kaçıyorum. Allahtan özet çıkar demedin, yoksa orta okuldaki edebiyat hocam olduğundan şüphelenecektim :) (sen gene de benden şüphe et, ben sen bile olabilirim, sanal alem burası)

-Ayrılığın ardından günlerce yazabildin, yeni bir ilişkini de yazacak mısın? Yazdığını ona söyleyecek misin? Söylediğini bize söyleyecek misin? Biz sana ne düşündüğümüzü söyleyecek miyiz? Söylesek umurunda olacak mı?

Her ilişkinin başlangıcı olduğu gibi bitişide özeldir benim için. Bir nevi ritüel yaparım kendi içimde. Ayrıldığım insan görmedi bu yazdıklarımı, belkide hiç görmeyecek. Yeni bir ilişkim olduğunda tabikide yazıcam, esirgemem, kaçınmam. Ama karşımdaki kişi o yazıyı okurmu bilmiyeceğim. Yazdığım yazıları bir kişiye hitaben yazıyorsam, büyük çoğunlukla yüzüne söylemeye cesaret edemedim yada amiyane tabirle karşısında kitlendiğim içindir. Ne düşündüğümüzü sana söyleyebilecekmiyiz demişsin. yazıların altındaki yorumlar bunun için var bana göre. Beğendiğiniz, eleştirdiğiniz, tavsiye ettiğiniz tüm noktaları her şekilde bana iletebilirsiniz. Sonuçta tarafsız bir göz, içten yorumlar, yol gösterici öğutler, tabikide benim için değerlidir. Umrumda olacak mı? bilmem düşünmem lazım "hıh" :P (ay bi de ukala, bi de ukalaa ıyyy)

-Sinemayı seviyorsun? Hiç bir filmi yarıda terkettin mi? Nefret ettiğin film ne? Seni/yaşadıklarını anlatan film ne? İyi de bize ne:))

Sinema aşığıyım, ama öyle ortalıkta şu yönetmen usta, şu oyuncu mükemmel vs diye atıp tutan birisi değilim. Zaten isimlerle ve numaralarla aram hiç iyi değildir. Unutup giderim. Ama film izlemeye bayılırm. Türü önemsemeden oturup her tür filmi oturup izlerim. Sıkı bir arşivciyimdir üstelik. Hiç bir filmi yarıda terketmedim, ama ramak kaldığı noktalar oldu. En azından biriyle gittiğimde ona ayıp olmaması açısından, ya da verdiğim paraya acıdığımdan (e kardeşim ucuzmu şimdilerde sinema). Ama sonrasında deli gibi eleştirir, yerden yerede vururum. Benim yaşadığımı anlatan film daha çekilmedi, zaten çekilse bile çok sıkıcı olacağından eminim, gişe bile yapamaz :) Ama asla izlemekten sıkılmadığım bir film var. Bir çok insan tarafından sıradan bulunsada "The Holiday" filmi, benim yapamayıpta içimde kalmış olan şeyleri anlatıyor. Sonuç olarak, size ne dimi kardeşiiiimmmm :) (ben holiday’de takıldım kaldım porno muydu bu film? Porno değilse hatırlamam imkansız)

-Kitlesel eylem, toplumsal tepki göstermeye hazır mısın? Seni sokağa döküp hakkını aramaya itecek ne olabilir? Sokaktan Hakkı Bulut geçse sokağa çıkar mısın mesela?

Hahahaha, hiç güleceğim yoktu, Hakkı Bulut ha, sen nediyorsun çıkar imzalı resmini alır, tuvaletime asardım. En azından kabız olduğumda karşımda beni gülderecek birşeyle rahatlardım :) Hayatımda kitlesel eyleme katılmış bir insan değilim. Ancak düşüncelerimi ortam olduğu takdirde saatlerce ateşli bir biçimdede savunmaktan da çekinmem. Beni sokağa döken ne olabilir diye düşündüğümde, açıkcası bir şey bulamıyorum. Sonuçta gösteri yapıpda sonuca ulaşan kaç eylem oldu, orasıda tartışılır. Acıkcası çok iyi gaza gelmem lazım herhalde, yoksa meydan dayağına yada sağlam bir "cop"(!) a kurban gitmek istemem :) (e bari benle çık, güneşe gidelim, aya gidelim, bize gidelim, şeker ezelim, bendeki hakkını al)

-Sana ciddi sorular soramadığım için üzgünüm, ama röportajların ciddiyetleri beni sıkıyor.

Ciddi bir şey sorsaydın ben cevaplamazdım zaten :) şaka bir yana, cevaplarken çok eğlendim, üşenmeden yazdım. Bakalım sen üşenmeden yayınlayacak mısın? :) Teşekkürler karamel tadındaki adam (sana böyle derken aklıma "snickers" geliyor, bak canım çekti şimdi. Noneless görmesin diyetteyim diye biliyor beni :P) Sevgilerimle


-Sana da Tavukkarası şey Katırkarası amaan anladın sen onu!

Madalyonun tersi köşesi+18


Camel bizi...? Anneeeeeeee!!!+18

Camel devesinin sırrını yorumsuz olarak yayınlıyorum:
Önce şu pakete dikkatle bakın!Bakalım görecek misiniz Mr Fucker'ı?


Sonra sırrı öğrenmek için şurayı tıklayın:

5 Aralık 2009 Cumartesi

Çıplak Kızılderili % 100 Canlı Röportaj

Top5’ten sorumlu başwakanımla bir röportaj yapma ihtiyacı hasıl oldu aniden. Kendisi Blog yazmakla kalmaz ona buna laf yetiştirir. Sen misin yetiştiren. Ben sana bi şey sorayım da laf nası yetiştirilirmiş gör dedim (içimden) (Bu arada Wakan tanka’nın harbiden Kızılderili olduğunu gördüm ve onun çıplak fotoğraflarını çektim.) Onun kızarkadaşıyla çıplak fotoğraflarını görmek için nah şuracığı tıklayınız


KAPATIP GİDESİM GELİYOR! DANN!
Çok yönlülüğünü biliyoruz. Okumak mı yazmak mı daha zevkli? Bilmediğimiz yönün ne? (Rahatlasın diye gaz vererek başlıyorum. Yoksa bana ne! Kravatını gevşetti. Hah, kıvama geldi. İç geçiriyor. Gözleri sağ üste bakıyor, bir şeyler getiriyor gerilerden. Du bakalım, hayırlısı!)
Aslında yerine göre değişiyor. Mesela normalde roman ve kısa öykü okumayı daha çok severim, çünkü yazamıyorum bu tür şeyleri, başlayıp yarıda bıraktığım bir çok kısa öykü var, ama ya sıkılıyorum yazarken, ya da hikayeyi devam ettiremiyorum, sanırım bu konuda okumak daha zevkli. Başkalarının yazdıkları, anlattıkları hep daha ilgi çekici ve eğlenceli olmuştur. Blog’da da bu böyle, kimi zaman kendi blogumdan hiç hoşnut kalmıyorum, kapatıp gidesim geliyor. Uzun lafın kısası sanırım okumak. Yazmanın tek zevki, yalnız olduğun zamanlarda bir şeyleri paylaşabilmek bence :)
İngilizcenin ileride tüm dünya dillerine egemen olması, onları yutması mümkün mü? Büyük düşün. (Şimdi korkutuyorum. En iyi bildiği konuda zorlanacak lavuk! hehehe!)
Bu fani dünyada her şey mümkün aslanım! Ahah bu kelime ağzıma takıldı da son günlerde. Yutması mümkün, gayet tabi olabilir, ama olmasın... (Aman ne uyduruk cevap, git Filoloji oku sonra "mümkün" de çık işin içinden, pöh!)
BENİ HAFİFE ALMASINLAR! DANN!
İnsanların sende neyi fark etmelerini istersin? Onlara neyi fark etmedikleri için kızarsın? Sahi sen hiç kızar mısın? (Android dedim adam anlamadı hayret. Ben de amma acımasızım yaw!)
Ben çok kızarım, sürekli kızacak bir şey bulurum, ama bu kızgınlığı hep içime atarım, karşıya geçiremem, bu yüzden çok acı çekerim, çok sinirli olurum. Gayet farklı bir insanım, değişik, kalıplarım yok yani, ne bilim, hiç beklenmediğin anlarda seni şaşırtabilirim, beklenmedik anında seni vurabilirim, farklıyım işte, ben farklıyım ve bunu fark etmelerini isterim. Ha bir de sandıkları kadar hafife almasınlar beni. (Deli lan bu, dengesiz. Rezistansı yanmış, platini meme yapmış)
VURAYIM DERKEN VURULABİLİRİM! DANN!
Etnik kimlik, cinsel kimlik, politik kimlikler hakkında ne düşünüyorsun? Beni yargılamak istersen hangi silahla vurursun? (Sööle, sööle de gardımı alim, dostumu düşmanımı bilim di mi ya? )
Kuzum herhalde yargılamak bu dünyada benim en son yapabileceğim şey. Cinsel kimlik ve etnik kimliği zaten seçemeyiz,( tamam belki cinselliğe bir şekilde baskı falan sayesinde yön verebiliriz ama) zaten bu yüzden de bence bunlarla bir insan vurulmaz. Belki politik evet, ama ben politikadan pek anlamam ve ben onu vurayım derken, sonra o beni vurur :P (Gülüyor Saw VII’deki gibi-daha çevrilmedi ama neyse- Gülünce gözlerinin yanında kazayakları ortaya çıktı. Çok yaşlıymış lan bu! Aman korkulacak bişii yokmuş, politikadan anlamıyo! Harcarım bunu... Kendine gel, sen röportörsün!)
EVLİLİĞE KARŞIYIM! DANN!
Komik erkek seksi erkek midir? Sen komik misin? Benimle evlenir misin?(Şey bu fazla oldu) (Fazla açık ediyorum kendimi. Ama elleri çok güzel. Hetoro ama... Sevişsem mi? Ama yok şu röportajı bitirim önce)
Bana göre karakteristik özellikler bir insanı seksi yapmaz, yani bu erkek için de kadın içinde aynıdır. Ama komik bir insan her zaman için tercihimdir. Ben mi?? Hiç sanmam!! Belki kimi zaman hal ve tavırlarımla birilerini güldürebilirim ama hayır?? Seninle evlenmek mi?? Tanrım yoksa biri bana evlilik teklifinde mi bulundu ? Kuzum ben evliliğe karşıyım :P (Şrekteki eşek gülüşü, O eşek de idolümdür zaten)
BABAMA YALAN SÖYLÜYORUM! DANN!
Para kazandın, kazandın, kazandın... ilk sırada ne var? Duvardan duvara halı?kitaplık?müzik dolabı?teknolojik oyuncaklar?(ya da şişme bebek? Muhahaha!)
Eğer parayı şimdi kazanacaksam , kendime bir 32GBlık ıPod Touch alırım ya da MacBook falan. Yok iş hayatında atıldığım zaman kazanacak paramla ne alacağımı soruyosan doğru İspanya’ya gideceğimi söylemekten zevk duyarım. Bu arada aklıma bir şey geldi, 3- 4 sene önce MTV’de TRL diye bir liste programı yayınlanıyordu, konuklar Alicia Keys (başarılı R&B şarkıcısı) ve Jessica Alba idi. Aynı soruyu sunucu geçmiş zaman olarak sordu. Alicia kendine piyano almış, daha iyi çalışabilmek ve mesleğini ilerletebilmek için, Alba ise en pahalısından kaşmir bir kazak almış. Bu durumda ben biraz Alba gibi oluyorum J Ama napiim kitap paramı babam veriyo, bazen CD alacağım zaman baba ders kitabı alıcam para verir misin diyorum, ha kitapsa başka diyo :P (Hımm babasına söylerim diye şantaj yapılacak, not alim hemen)
Defolarından söz et bize. Nedir yeteneksizliklerin? (Konuşşş ülenn!)
Yeteneğin var mi diye sorsana sen! Hoşlanmadığım özelliklerim çok var. Bazen çok tepkisiz, sakin, şımarık hiçbir şeyden memnun olmayan ve gayet antipatik bir insana dönüşebiliyorum. Çok güvensizim, yani kendime güvenim de yok, etrafıma güvenim de yok. ("Aslında ben de yok" diyecek şimdi Duygu Asena gibi , coştu gidiyo bu:))
BANA AŞIK OLUNMAZ! DANN!
Aşk kapını çalınca ne yapacaksın? (Üstüne bornozunu giyecek misin? Zırh mı takınacaksın?)
Kapıyı açıcam onu içeri çekicem ve doyasıya eğlenicem, kendimi onun kollarına bırakıcam. Hani yabancı filmler de olur ya. Sevgili ellerinde çiçek ve şarapla kapıyı çalar, kız kapıyı açar, o anda birden ateşli bi şekilde öpüşmeye başlarlar. OMG fazla mı oldu, neyse işte kendimi böle bırakıcam aşkın kollarına. Ama aşık olabileceğim ve birinin bana aşık olucağını zannetmiyorum. (Ama ben aşık oldum anlamıyo yaa! Naapsam ki? Ben de niye anlayışsız bi sevgili buldum şimdi? Yok bee sıkıldım bundan bi cacık olmaz, önümüzdeki maçlara bakıcaaz anlaşılan)
HA ENTEL, HA ABAZA! DANN!
Sanat için mi sanal için mi soyunmalıyım ben? Ya da ben soyunmalı mıyım? (Direk mevzuya daliym bakalım, sevişme şansımız var mı? Röportajı kötü emellerime alet ediyom resmen yaa, kimse röp. yapmıycek bundan sonra. Ühüü! Sol omzumda kırmızılı şeytan: Aman yapmazsa yapmasın ben de kaş göz çizer popoma sorarım diye düşün, solunu kullan, midesine çalış!)
Hımm ne fark eder ki ?? kendini nasıl mutlu hissediceksen öyle soyun! Ha entelektüellerin gözü bayram edicek ha Abazaların gözü bayram edicek ne farkı var ki ? (Abaza lan bu, mahveder beni, kalsın, almiym!)
Sanat tokluk için midir masturbasyon için mi? Sanat dediğin nedir kuzum? (Apışıp kalacak şimdi kesin maydonoz)
Sanat bir dindir, tapınmak için vardır (bunu hocam dedi, fikirlerini copy-paste yaptım), gerçek hayattan kaçmak, güzellikleri görmek için vardır :D (bu da benim düşüncem) o yüzden sanatın biraz daha romantik ve politikadan ayrılmasını isterim (ki ikincisi pek mümkün değil) (Yaw bu çocuk boş dilmiş, madonna'yla maradona arası bişii)
Arkadaş grubunda konuşmadan kaç dakika durabilirsin? a)1 b)10 dak. c)1 saat d)1 gün e)1 ay
Gruptan gruba değişir, bazılarının yanında susmam, bazılarında sırayla konuşuruz, bazılarında sadece dinlerim. (Geveze bi ketumluk görüyorum)
Biseksüel mi doğar her insan? (Anla oolum sarkıyom sana! )
Doğar mı doğmaz mı bunu ben bilemem ? Bu fikirler sonradan mı oluşur bilemem ! İnsan kendini bu yönde değiştirilir mi bilemem. Bu biraz ortamla alakalı bişey. Ama her zaman söylediğim gibi belki biraz fazla ütopik olucam ama bence kız ve erkek yoktur, yani sempatik insan vardır, güzel insan vardır, duygusal insan vardır…Kısacası cinsiyet yoktur, insan vardır, herkes herkese aşık olabilir. Yani ben de kendimi kısıtlayamam ki, kime aşık olucağımı seçemem ki, belki frenleyebilirim, ama acı çekerim. (Hımm dur lan ekmek çıkacak bu kapıdan sanki)
HİÇ Ç ŞİİR OKUMADIM! DANN!
Çeviri şiirin başarılı örnekleri var mı? Şiiri kim çevirmeli? Bir şair mi, dile hakim bir çevirmen mi?
Şiir öykü ya da romandan faklıdır, onlarda değişik kelimelerle aynı duyguyu aynı anlatıyı verebilirsiniz, ama şiir farklı, belirli kalıplar ve ölçüleri vardır, bunu çevirdiğiniz dile de yansıtmanız gerekir, bence bir şiiri en iyi yine bir şair çevirebilir. Hayatımda hiç çeviri şiir okumadım sanırım. Bir seferinde bir arkadaşım Shakespeare’nin bi sonesini yollamıştı Türkçe olarak; ve çeviri muhteşemdi tamamiyle Shakespearian bir Türkçe’yle yazılmıştı deyim yerindeyse. (Ohh be bitti, az daha uyuyacaktım. Ne sıkıcı bi röportaj, dur şuna yalandan teşekkür edim,Mucx, hah bahaneyle öptüm, ohhhşşş!)

Bu röportaj % 100 Canlı efekti verilerek yapılmıştır. İçseslerin sapıklığına katlandığınız için size, bu yazıyı görüp de hakkımda dava açmadığı için Wakan Tanka’ya, ilkokul öğretmenime, simit satan amcaya teşekkür ederim. Oscaaar bende artıııııııııııııık!

4 Aralık 2009 Cuma

Wakan Tanka saat 16.30'da...



Gülmeye doyamayacaksınız...


Okumaya kıyamayacaksınız...


Accuk daha sabredin, beklediğinize değecek!


Bitmedi! Bu 4 kalemin yanında, bir tarak, bir silgi, bir de Katrankarası, kahvetelvesi, karatavuk ve karamurat!


Eğlenceli, delidolu,uçukkaçık, uçuksaçık...


Kah gülecek kah 7.4 şiddetinde duygusallanacaksınız...


Katrankarası yarın bu saatlerde!


ve Nakhar... Dün bu saatlerde!

Katrankarası


Bizi izlemeye devam edin! Ama böyle değil...:)

Demiş ki "Ben sıradan bir adamım, sadece eşcinselim... Okyanus gibiyim; sığ yerlerimde var, derinliklerimde... Bazen güneş gibi parıldıyorum, bazen de katrankarası... Herşeye rağmen bir şekilde yaşamaya çalısıyorum... Yazdıklarımla burdayım, düşündüklerimle, kısaca ne varsa herşeyimle..."

Way sen misin bunu diyen! Sorularımın ucunu sivriltip, katrankarasının üstüne kuştüyü yastığı boca ediyorum. Röportaj yaptığını sanıyor garibim. Kıran kırana bi röportaj yapıyoruz. Giremediği söyleşinin hıncını benden çıkarıyo. Bi de kıskanç... Ziftinpeki pardon Katrankarası yarın bu blogta!

Mimli Baykuş!

Coach'um Bear'ım Coachbear'ım hem blogunda nezaket gösterip benden sözetmiş hem de beni mimlemiş. Geçen sefer onun mimine maydonoz olmuştum şimdi artık boynumun borcu:

Benim için 5 özel yer:

1- Bozcaada'da bir çardak altında: tatlı bir lodos etraftan kekik kokuları getiriyor ve uzaktan geçen bir geminin sesine, bir bağ motorunun sesi , bir rüzgar çanına, uzaklarda otlayan yaramaz bir keçinin çanı karışıyor ve şanslıysam çan sesinden bir saat sonra ezan sesi duyuyorum, çocuklar gürültüyle böğürtlen topluyorlar, gözlerim kapalı bir şiir yontuyorum seslerden ve kokulardan.

2- Yazlığımda hamağımda: güneş yeşile batmış yapraklar arasından tatlı talı gülümsüyor, bir bülbül gelmiş, ürkütmemeliyim, içeriden taze kek kokusu geliyor, zaten çim biçmekten adam akıllı yorulmuşum, hadi gel diyor eşim, çay hazır...
3- Spor salonundayım: aynalarda kendimi ve spor yapanları izlerken sobeliyorum kendimi, fit olmanın, zevk aldığım bir şey yapmanın doruğundayım, yorgunluk bile duymuyorum, soğuk bir duş beni bekliyor, mutluyum, kulağımda pop müzik, nefesimi endekslemişim tempoya

4- Venedik'teyim: dar sokaklar arasında fotoğraf çekiyor, semt pazarında değişik sebzeleri elleyip bırakıyor, vitrinlere dalıyorum, San Marko Meydanına varıyorum, avucumdan yem yiyor güvercinler, Riyalta Köprüsüne gidiyorum, sokaktan bir maske alıp basamaklara oturuyor, gondolların resmini yapıyorum, bir İtalyan çocuk dikiliyor başucumda, gülümsüyor, oysa gezecek çok yer var, Venedik çekiyor beni

5- Sinemadayım: usulca kararıyor ışıklar, patlamış mısır kokusu, mutlu toz yolu makinistten sahneye uzanan, reklamlar giriyor önce, kırmız kadife koltuklara yayılıyorum, içimi titreten efektlere ve büyülü bir yolculuğa hazırım, uçan halı gibi, zaman makinesi gibi, görünmez olup başka dünyalarda erimek gibi, başrolde olup kendimi seyretmek gibi, doğmak ve ölmek gibi

3 Aralık 2009 Perşembe

GYA CSA'ya (İkisi de GDO'ya) karşı

(Resmi Nakhar'dan çaldım, ben röportaj diye kafasının etini yerken)
GDO’nun gündemde olduğu bugünlerde, Kyoto taraftarı GYA(Günah Yüklenen Adam) ile röportaj yapma fikri nasıl doğdu diyeceksiniz. CSA(Canı Sıkılan Adam) olarak görevim can sıkıntısından kurtulmak olduğuna göre, sıkıntıdan diye cevaplayayım. Gerçi Wakan Tanka’nın Bayram’da bir röportaj yapıp yorumları destelemesine kıl olmuştum. Ben de parayı bastırıp “arrbi blogçu” getirdim. Röportaj boyunca ben Nakhar'a sıkıntımı aktarmaya çalıştım, o inatla "ben ne günah yüklemeye kalkanları göğüsledim bu sorulardan mı tırsçaam" dedi. Söyleşi öncesi gözünü bayaa bi korkuttuysam da bana mısın demedi. Samimiyetle ve ivedilikle cevapladı sağolsun. Başka bir müjde vereyim şimdi Wakan Tanka ile röportaj gerçekleştirdim. Ama 2 gün bekleyin. Deşifre çalışmaları sürüyor haber merkezimde:P

Güzide basınımızın harika(!) üslubu ile cımbızlı ara başlıklarla sunmaya başlıyorum:

ARKADAŞLARIMA EMPOZE EDERİM!:) DANN!

CSA-Ne zaman, neyle ve nasıl mutlu oluyorsun?

GYA-Kendi evimdeyken annemi güldürmek, temizlik, yemek yapmak gibi uğraşlarla meşgul olurken bir yandan hafif bir şeyler içip dinlerken mutlu hissediyorum... Sevgilimle birlikteyken, onun varlığı, uyurken nefes alışı bile beni mutlu ediyor geriye kalan şeyler paha biçilemez... Arkadaşlarımlayken onların göremediği mutluluk ayrıntılarını onlara empoze etmeye çalışmak ve aynı enerjiyi onlardan alabilmekten mutluluk duyuyorum... Dışarıda ise birilerinin isimsiz kahramanı olmak mutlu ediyor beni, yardıma ihtiyacı olan birine yardım etmek (komik ama, çakmağı yanmayan birine sessizce çakmak uzatmak bile mutluluk nedeni)

CSA-Kendini samimi bir arkadaşına anlatmakla, sanal bir maske ardından herkese anlatmak arasında ne fark var?

GYA-Pek fark yok aslında, sanal dünyada maskelenen tek şey kimlik bilgilerim, adım, ev adresim, onun dışında ne yazıyorsam, samimi arkadaşlarıma anlattıklarımdır. Arkadaşlarım extra olarak o anki ruh halimin yüzümdeki yansımalarını görebiliyor, sanal dünyada ise 19 yaşında, hastalanmış ve uyur vaziyetteki fotoğrafım var...

CSA-Sinemaya 7. sanat dendiği malum. 8. sanat dalı senin için nedir?

GYA-Bu konu biraz komplike sanırım, öncelikle 7.'ye gelene kadar hangi sanat türleri var onu bilmem lazım gelir... Bu soruyu blog yazarlığı bir sanattır ve 8.olabilir diye geçiştireceğim...

CSA-Şiir nedir senin için? Şiiri bırakır mısın veya şiir seni bırakır mı dersin?

GYA-Şiir, söylenmiş veyahut hiç söylenmemiş cümlelerin ardı sıra bir bütün oluşturabilmesi ve okuyucunun ya da dinleyicinin bunlardan kendince bir anlam çıkarabilmesi, şairin anlatmak istediğini az çok anlayabilmesi gereken bir edebiyat meşgalesi bence... Şiiri bırakıyorum demekle olmuyor ki, bazen aylarca durursun yazmadan sonra bir bakarsın kelimeler akıyor kendiliğinden ve yazıyorsun...

CSA-Aşk dediğin acılı mı olmalı? Risk almalı mı? Kaç kez aşık olabilir sence insan? Aşk nedir sahi?

GYA-Aşk kebap değil ki acılı acısız diye ayırd edebilelim, tatlı acılar var mesela tarçın çok fazla kaçırdığın zaman acı olur, tatlı toz biber fazla kaçırdın mı yakar geçer, o yüzden orta karar olmalı, yanında olmadı mı özlemelisin, yanındayken tadını çıkarmalısın... Aşırı öfke, sabır, duygusallık boğar adamı kararında olmalı yani... Her ilişkide bir risk her zaman var bana kalırsa, ayrılma riski, eşinin ölme riski, abi kardeş olma riski aşk için bu risk kesinlikle alınır, alınmalı!.. Defalarca aşık olabilir insan, Aşk önemli bir mevzu değildir çünkü, önemli olan sevgi bağı kurabilmektir, değer verebilmek ve alabilmektir, aşk geçici, sevgi bakidir... Aynı, yemek gibi. Yemek biter, damakta tadı tuzu kalır, iyi bir yemek de damakta tat bırakır...

SÜMÜK SEVMEM!:) DANN!

CSA-Bir blogu izlemekten ne zaman vazgeçersin?

GYA-Kendini tekrar ettiğinde ve bunu gözüme soka soka yaptığında, aşırı duygusal çizgide olduğunda, yani sürekli salya sümük olduğunda, sürekli kahretsinli, bıktımlı, sıkıldımlı bunalım olduğunda ayda bir bakmaya başlarım sonra yavaş yavaş kopar gider...

YALANCIYDIM!:) DANN!

CSA-Yalanın masumu olur mu? Zincirleme bir yalanı nasıl bitirebilirsin?

GYA-Olur elbette, karşıdaki insan kırılacaksa üzülecekse, iki arkadaş barıştırılacaksa, olay ya da kavga çıkması önlenecekse masumdur... Zincirleme yalanlarım oldu ergenlik dönemlerimde. aradan 1-2 yıl geçtiğinde, hoş bir zamanda, yine karşıdaki insanı kırmadan gönlünü alarak bitirebilir insan... O zaman ki şartlarda şu sebeplerden ötürü bu yalanı söyledim denilebilir... Ki ben bunu yaptım...

CSA-Adsız rumuzla bırakılan yorumları ne zaman ciddiye alıyorsun? Sanal bir platformda gerçek kimliğini saklayarak herkes bir rumuz kullandığına göre adsızlar daha cesur ve samimi değiller mi?

GYA-Küfredilmediği zaman, aşırı bir sevgi gösterisi olmadığı zaman ciddiye alınabilir ya da kendi fikrince atıp tutmuyorsa, Eşcinsellik konusu atıp tutmaya ülkemizde çok müsait bir konu mesela ve bazen bu konuda adsız yorumlar gelebiliyor... Kimsenin, ailem dahil cinsel kimliğimi sorgulamaya hakkı olduğunu düşünmüyorum, yaşadığım(ız) şeyi yalnızca ben idrak edebiyorum... Bu sebepler göz önüne alındığında adsız olarak daha hakaretamiz yorumlar bırakmada cesur davranabiliyor insanlar ama rumuz dahi olsa bir kimliği olan insanları daha fazla ciddiye aldığımı söyleyebilirim...

MUHAFAZAKARIM, DUA EDİYORUM:) DANN!

CSA-Tabuların var mı? Büyük konuşur musun?

GYA-Tabularım var elbette, bir çoğumuzun tabularımı anlayışla karşılayacağını biliyorum... Liberal bir insan değilim, daha muhafazakar (din anlamında değil) bir ailede ve çevrede büyüdüm, insanlarla iletişimim, ilişkilerim belli başlı kurallar dahilince devam edebiliyor herkes gibi... Büyük konuşmamaya özen gösteriyorum, ama insan evladıyız beşeriyetimiz mevcut bu yüzden arada kaçabiliyor bazı laflar, toparlamaya çalışıp, söylediğim şeylerden muaf olmak için dua ediyorum...

CSA-Girdiğin bir mekanda yakışıklı birini görünce iç sesin ne der? Ne tür bir tavır takınırsın?

GYA-Sanırım yakışıklı anlayışım gelişmemiş benim, Allah sahibine bağışlasın der iç sesim, çoğunlukla etrafla ilgilenmiyorum ama, hani olur da görürsem tepkim bu olur... Herhangi bir tavır takınmamı gerektirecek bir durum olmaz sanırım, mekanda ne işim varsa işimi hallederim tek başına kafelere barlara giden biri değilimdir zaten, arkadaşlarımı görür çıkarım vs...

CSA-Komplekslerinin ne kadarından soyunabilirsin?

GYA-Tanrının bana verdikleriyle yetinebilecek kadar komplekssiz olmaya çalışıyorum diyelim...

CSA-Bir ilişkiye başlamak mı, sürdürmek mi, bitirmek mi daha zor?

GYA-Bir ilişkiyi sürdürebilmek her zaman daha zordur, aşk dediğimiz cinsel arzulama bittiğinde yerine sevgi konulabiliyorsa beraberlik sürdürebilirlik kazanıyor iki tarafın çabasıyla...

CSA-Teşekkür ederim.

GYA-Bişii diil bi daa olmasın! (Pekala bunu ben ekledim itiraf ediyorum)

2 Aralık 2009 Çarşamba

Röportaja gel röportaja!



Wakan Tanka!... Renkli sinemaskop!... 32 Kısım Tekmili Birden Kızılderili Ruhuna Sahip Adam!...

Wakan Tanka!... Yorumatör! İngilizce bilen dil balığı! Çevirmen (Yeminlen bak)...

Çok yakında bu blogta... Eğlenceli röportajıyla...

Ama yarın Nakhar: Günah Yüklenen Adam!

Yeni Dizi!

"Bir Blogun Anatomisi"


Çok yakında!


Size de çıkabilir! Dedim şu blog aleminin barsaklarını bir kurcalayayım bakalım. Blogları mercimek altına alayım. Mercimek mi dedim? Neyse... Anladınız siz onu. Hadi şimdi korkun!


(Reklam kokan hareketler bunlar)

Büyük röportaj!



Blog aleminin en çok okunan yazarlarından Nakhar'la röportaj... Çok yakında burada! Bilmeyenler için Nakhar'ı tanıyalım. Biraz sırdaş, biraz şair, biraz alıngan, sıcakkanlı, samimi ve asi, ama herşeyden öte insan! Nakhar: Günah yüklenen adam!
Ben sordum o cevapladı. Yüreğinin kapılarını açtı ve kelimelerine bir bir kanat takıp göğüme bıraktı.
Ne zaman ve neyle mutlu olur? Tabuları var mıdır? Büyük konuşur mu? Adsız yorumlar hakkında ne düşünüyor? Komplekslerinde soyunabilmiş mi? Şiir nedir onun için?
Az sonra!

1 Aralık 2009 Salı

Yavaş gitmek güzeldir!



Güzel bir haber okudum şimdi: "1986’da ‘fast food’ kültürüne tepki olarak doğan hareketin simgesi salyangoz, sonunda Türkiye’ye ulaştı. Zamanın daha yavaş aktığı bir yer haline gelmek için gereken kriterleri hızla tamamlayan Seferihisar, artık Türkiye’nin ilk (dünyanın 121.) ‘Cittaslow’u (yavaş şehir). Beş yıldızlı oteller yerine butik otellerin inşa edildiği, yerel kültüre sahip çıkarak sakin yaşam tarzının benimsendiği, gürültü kirliliğine ve trafiğe karşı yoğun önlemlerin alındığı ‘Cittaslow’lar, son yıllarda klasik tarzdaki tatil anlayışını değiştirdi."
Hemen belirteyim: Dünyada çok az şehrin elde edebildiği Cittaslow"Sakin şehirler" ünvanı için 60 kriter gerekiyor. Bu kriterlerin içerisinde en önemlileri ilçenin doğal yaşam sürdürmesi, organik gıdalar üretip tüketmesi, çevre dostu olması, yöresel yemeklerle yöresel yaşam ve sağlıklı bir hayat sürmesi gibi noktalar öne çıkıyor.


DARISI BENİM KASABAMIN BAŞINA!