30 Kasım 2009 Pazartesi

Mandalina ile aşk arasında ne bağ var?


BURAYI tıklayın öğrenin!

para harcamadan yaşamak mümkün mü?

Ben de bu sorunun cevabını merak ettim. Ve mümkün olduğunu okudum bugün. Bir yıl boyunca hiç para harcamadan yaşayan 30 yaşındaki İngiliz Mark Boyle, bunun yaşamının en mutlu dönemi olduğunu ve aynı yaşam tarzını devam ettirmek istediğini söyledi.

Parayı amaç olmaktan çıkarırsak mümkün olabiliyor demek ki...

12 ayı gerçek bir ‘freecomonist’ olarak geçiren Boyle, İngiltere’de Bath’da bir karavanda yaşıyor. Bir yıl boyunca tek bir ‘penny’ bile harcamadığını söyleyen Boyle, daha mutlu bir insan haline geldiğini söylüyor. Boyle, “Zorlukları oluyor ama banka hesabı, trafik sıkışıklığı stresim yok. Para odaklı dünyaya da dönmek için bir neden göremiyorum” diyor. Boyle, para harcamadan yaşamak için 12 ay boyunca şunları yaptı ve halen yapıyor:

Kendi gıdasını yetiştirip, başkalarının attığı çöpleri dönüştürüyor.
Her gün bisiklet kullanıyor, telefonundan sadece gelen aramaları kabul ediyor.
Güneşin ısıttığı duşu var.
Balık kılçığından yapılan diş macunuyla dişlerini fırçalıyor.
Kıyafetlerini de çöpten buluyor.

Çöpten eşya toplayın demiyorum ama biraz ekonomi için yapabileceğimiz hiç mi bir şey yok sizce? 2. el kitap almak, bayat ekmeği kızartmak, kullanmadığımız ışıüı kapatmak gibi.

Kim bu yakışıklı?

buraya tıklayın ve öğrenin

29 Kasım 2009 Pazar

Kurbana Özel Konu: Kanca

Kan'ca dünyanın bilinen en eski dillerinden biridir. Ural-Altay kökenli bu ilkel dil 2 harf ve diğer dillerden farklı olarak bir rakam içerir. Bu harfler: A ve B'dir. Üçüncü harfi rakam olarak belirleyen dilbilimciler, O harfini sıfır olarak tercüme etmişler, büyük bir hata yapmışlardır. Tarih zaten yanlışlarla doludur.

Başlıca 3 lehçesine rastlanır bu dilin: Rh negatif ve Rh pozitif lehçesi. Bazı ağızlarda A ve B, AB şeklinde telaffuz edilir.

A harfiyle yer alan çok sayıda eser olmasına karşın, AB ya da O ile başlayan çok az sayıda eser bulunmuştur.

Dilin fonetiğini inceleyen dilbilimciler, dili gruplara bölerek incelemeyi adet edinmişlerdir.

Günümüzde kayıp olan kan gruplarını mail yoluyla aramak adettir. Geçmiş yıllarda bu eserler, Kan devletinin resmi radyosu olan Polis Radyosu kanalıyla aranmaktaydı.

Kangurular, kan gruplarını konuşabilen tek canlıdırlar. Ancak çok ketum oldukları için konuştuklarına rastlanmamıştır.

Bu dili konuşabilen canlılara başarılarından dolayı işlem bitince limonata ve bisküvi hediye edilir.


Kaynakça:
Kızılay Kan Merkezi Çapa Kayıtları, Kalamoza 107
Kanhun Yazıtları, Tablet 1,5
Kanuni Divanı,
Kan Kan Dansının İçselleştirilmiş Söylenceleri Üzerine 2. Cilt

Godzilla

Godzilla'nın İntiharı

Bu film animasyon sinemasının baş yapıtıdır. Bütün çizgiötesi kahramanlar buna tapar. Pinokyo ustam der. Hacivat: Hay-i Hak! Toy Story'deki Kurşun Asker: Mundar! der.

Konusu kısaca şöyledir:

Godzil, 13 yaşlarında ay yüzlü bir oğlan çocuğudur. Dragon adlı 3 yaş büyük bir samuraya aşık olur. Dragon, onunla evlenmek için şart koşar. Godzil, tek kılıçta erkeklik organını kestirecek ve adını Godzilla yapacaktır. Yapar da...
18'inde bir kızları olur: Şeker Kız Candy. Candy çok hoppa bir kızdır.
Birgün arkadaşları ile tam voltronu oluşturmuşlardır ki, babası Dragon basar.
Voltran'ı parçalayınca, kafayı oluşturan uzay gemisinin içinden Godzilla çıkar.
Bu ensest ilişkiyi anlatan film, özgün senaryo dalında Oscar'a aday olur.

Bana Burcu'nu Söyle

karıştırmayayım.

Benim kız arkadaşım da Burcu. Geçen gün senin burcuyu öpmüşüm tokat yedim.

Mürekkep Lekesi Nasıl Çıkar? Okuyun

Mürekkep Balıklarının mürekkep lekesi belli olmaz. Onlar bu yazıyı okumasınlar.
Diğer balıklar bu yazıyı okusun.
İkizlerden sadece birisi okusun yeter.
Başak burcu da okusun ama sallanmasın başım dönüyor.
Koç, Oğlak ve boğa otlamaya devam etsin.
Kova ne okusa anlamaz dibi delik.

Domates Lekesi Nasıl Çıkar?

O leke çıkmaz gulüm.
5 kilo domates al.
Suyunu sık.
Akşamdan elbiseni domates suyuna yatır.
Sabah sık as.
Kalan suya marul doğra, salata yap.
Hem üzüntün geçer hem karnın doyar.

Kısır kalmasın, çözüm

Biliyorsunuz kısıra limon suyu koyunca güzel olur. Elma sirkesi de ekleyin belki güzel olur. Ben denemedim. Ya da eklemeyin. Bana ne yaa...

Bugün ne pişirelim ve faydalı öğütler

Bugün çorba yapmayın!
Hayatı çorbaya çevirdiniz kardeşim! Ağlarken gülüyorsunuz mesela, olmaz! Kesinlikle olmaz!

Karbonhidratla karbonatı aynı anda tüketmeyin!
Hep karıştırıyorsunuz. Oysa aralarında 4 harf fazlalığı var. Ayrıca karbon at etinde şarbon olabilir.

Tatlıyı kesin!
Ama ortadan ve eşit olarak. İlk parçayı bana verin. Diğer parçayı dolaba kaldırın. Ama gardolapta naftalin kokusu siner, dikkatli olun!

Sebze ağırlıklı yiyin!
Terazinin bir kefesine siz binin. Pirzola olsun kucağınızda. Diğer kefeye turp koyun. Dilediğiniz kadar kırmızı et yiyin. Hatta mor et ve turuncu et de olabilir.

Karizma

Karizma sözcüğü, prizma ve kar sözcüklerinin çiftleşmesi ile oluşmuştur.

Karizma tipler, prizmalarından kar gibi parlak tek bir ışık yansıtırlar.

Kozmik alemde karizma yapan tipler, cezbedici kokular salan çiçekler gibidir.

Ama içi seni yakar dışı beni yakar.

Uzak durun kardeşim benden.

Karizmaysam n'apayım. Herkesin karizması kendine.

Cinsel Münasebetler

Münasebetsizlik etmeyeyim ama insanlar çok cins biliyor musunuz?

Biliyor musunuz?

Haai ya...:( Peki. Bir tek ben bilmiyormuşum demek.

Peştemalsiz Düşünceler

Ayıp diye bir şey var. İthalat yasağı mı var da anadan üryan bu pigme?
Elastiki beyinler sündürdü kelimeleri.
Bir denklemde ters ilişki varsa iki rakamdan biri mutlaka alttadır.
Namlunu namusuma doğrultma şeytan doldurur.
Devir hesap devri: bir taşla iki kuş.
Sütten ağzı yanan eşli pişti oynamazmış bir daha.

Kendime Notlar

Bugün çok büyük gelişmeler oldu:
-Harcırah yatırmayı unutmuşum kelimelerim yetmedi. Büyüklük tasladı bir harf. Tuttum koydum başa.
-Sol anahtarı açamadı porteyi çilingir çağırdım.
-Denizden haham çıktı yedim.
-Bugün gözlerimi çok kırptım. Kendim için kırptım. Eskimiş bakışları kırpar kırpar kirpik yaparız biz.
-Tuvalet kağıdım çok emici. Kurtulmalıyım bu yaratıktan.
-Cezveyi sapından tuttum kibar kibar. Sol parmağım havada. Anlamadı hıyar!
-Şekilsiz bir bulut gördüm adını unut koydum. Şu anda hangi enlemde unuttum.
-Şebeke yetersiz diyor cep telim. Yüzüne söyledi, alındı. Ağlıyor şebek.
-Virgüllerden viyadük yapmayı öğrendim okulda. Japon muyum ben?
-Poligami atlama, origami kağıt katlama sanatı. Unutma!

25 Kasım 2009 Çarşamba

Musica Erotica



Yumuşak yat Ağa
Sert bir anahtar uyar
malı önce ok
Şşşayarak
Dikilir baş
Ucumda Kadın
Yükseks ökseli ayak
Kabı kırmızı cart las ve
Tek/s elle
Dim dikilir
Do re süt
La mi yen
Fasik ül fasi kül

Üstü baçı kırr şırrak
Öttürür her kuşu
Şaklatarak sev
Işi kence, fanca, fince, fonca
Her dilde er dilde
Ve her dil
do biraz
kalın
Portenin sonu
Gönüllü sek sibemol
Sok anahtarı
Oyy!
Nak! arat şaklatarak
İki kez tek

Rar bu bölüm

Günün Sözü

Bloghaneye blog mu yetiştiriyorum ne, neyse bu acele? Gidiş-dönüş bilet lütfen ecele!

DERS

-Otur yerine! Ben sınıf başkanıyım, öğretmen kimse kalkmasın dedi.

Nasıl da sahiplenmiş görevini... Kararlılıkla kaldırıyor öğretmenin sırtı mikalı metresini. Sınıftaki tüm çocuklar bize bakıyor. Oysa yaptığım resmi asacağım sadece arkamdaki panoya, her zamanki gibi. Gözlerinde deli bakışı var. Öfke dolu... Müdürün oğlu, okulun kralı bakışı... Yüzü kıpkırmızı. Okulun son günleri. Karne yazmak için öğretmenler odasına gitmiş öğretmenimiz. Anasınıfını da Mustafa'ya emanet etmiş. Gardiyan gibi bizi gözlüyor. Saçları diken gibi. Babası gibi ufak ve zeki biri. Oysa bahçede mendil kapmaca oynarken aynı takımdaydık. Ben ormandaki kurdu canlandırırken o avcıydı. Kalkma diyor. Ama... diyorum. -Kalkma dedim sana! Bir adım daha... Sandalyeyi kaldırıyorum yukarı. Bir şey hissetmiyorum önce. Kaşımın üstünden yere kan damlıyor. Gülşen koşarak öğretmenler odasına gitmiş olmalı. Öğretmenlerin hepsi başımda. Bir telefon trafiği başlamış. Koridorlarda annemin yırtıcı sesi... Kucağında hastaneye gidişim... Hepsi, hepsi rüya gibi... Yaşlı doktor, sağlık memuru, aile dostumuz ebe... Mustafa'yı görüyorum. Orada gözleri yaşlı, suçlu suçlu... Gözlerini düşürüyor.

***

Gemici oldum diyor. Şimdi abimin yanında işe girdim. Susuyoruz. Gözlerini düşürüyor Mustafa.

Yaralarım




Size bugün fiziksel yaralarımdan sözedeceğim, içimdeki yaralardan değil. Bu yüzden hoşlanmazsanız -alınmayacağım- yazıyı terkedin.


Ben oyuncak bebekken...

3-5 aylık bir bebekken, develer tellak, pireler berber iken, amcamın kızının oyuncak niyetine benimle oynar iken, köprücük kemiğimi kırdığını ve bir gün de dokuma kilimlerden yapılmış salıncaktan yayık ayranı gibi sallana sallana sopalarının kumaşı delmesi nedeniyle yere düşerek uyumaya devam ettiğimi anlatırlardı da, kendimi Nasrettin Hoca zannederdim.

Çiftdikişli Koğuş Ağası

Haydi sıkmamak için, 5 yaşıma kadar olan diz kapaklarımdaki kapanmayan yaralarımdan söz etmeyeceğim. Ama tam 5 yaşımda, bir kasaba sağlıkçısına başıma post modern tren yolları, samanyolu, guarnica ve gamalı haç çizmesi için tam yetki verdim. Olay şuydu ki arnavut kaldırımlı sokağımızın 3 kanat penceresinin sol camından yarı belime kadar sarkmış anneme bakıyordum. Annem, sabit duran orta kanadı silmekle meşguldi ki ben bir elimde topum, bir elimde simidim ona şebeklikler yapmakla meşguldüm. Topum bir an elimden düştüğünde, kendimi Matrix dünyasında sanıp tutmak için eğildiğimde, kaldırımın nazik taşı, başımı yarmış, beynim dil çıkararak anneme sırıtıyordu. Ama gülmek yerine ağlamayı seçen annem yalınayak hastaneye koşturdu. Yüzünü okşayarak teselli etmeye çalışsam da beni duymuyordu. İşte o karizmatik sağlık memuru, siyah bir iplikle sırıtkan, şebek beynimi yerine tıkarak 9 dikiş attı. Bu façalı kafayı kendime yakıştırmış, koğuş ağası kıvamında ortalıkta dolanıyordum. Ama 9 dikiş benim gibi doyumsuz bir ağaya yetmiyordu.

6 yaşımda ağa olduğuma bakmadan anaokuluna yollanmam, okul müdürünün oğlunun hışmından kurtulmama yetmedi. Öğretmenin verdiği başkanlık görevinin hakkını veren Mustafa, elindeki kocaman metre ile bir yıl önceki yarığın devamına çizik attı. Yine "bununla mı korkutacaksın, ben şerbetliyim, kötüye bi'şi olmaz" modunda beynimle sırıttım ona. (Belki de beynim yalama olmuştu) Karizmatik sağlıkçının kasığını koklaya koklaya 11 dikiş daha attırdım böylece başıma.

Sarılık, Kızamık, Morarık ve Gökkuşağık

Çocukken geçirilmesi gereken hastalıklar hanesindeki sırayı bozmadan izlerken yüksek ateşle kızamık gözümde garip bir şeye neden oldu. Ben artık masaaltı çocuğuydum. Gece oldumu gözüme gelen çiğ ışık gözlerimi kamaştırdığından masanın altında yaşamaya başlamıştım. Sağolsun anneciğim örtüyü kaldırıp, alevli meyve tabağımı sunuyor, arada temiz fanila ve mektup ulaştırıyordu. Masaaltı, sualtı gibi renkli, belaltı gibi riskli bir dünyaydı.

Kol Kırılır Yen-Dolar Paritesi Yarıda Kalır

Bir okulun açılış günü sunuculuğu görevinde selam vermiş sınıfıma gitmiştim ki "bu kimin çocuğu, maşallah" nazarları kuyruğuma yapışmıştı. Hademe amca yaz tatilinde gelen mektupları bağırarak dağıtırken, işgüzarlığımın kurbanı oldum. Esin yan sınıfta diye peşinden koşmak için fırladığımda, yeni cilalanmış tahtalarda spin atarak kolumu U şekline getirmeyi başardım. Artık, sağ elimle, sağ dirseğimi kaşıyabilecektim. Çıkıkçı Dedeler vardı o zamanlar aksakallı, sarıp sarmaladı okuyup üfleyerek. Kutsal bir mertebeye ulaşan koluma hürmeten arkadaşlarım imzalarını attı.

Denizkızı, Denizanası ve Denis Bilman

Geçen günkü yazımda belirtiğim gibi böbreklerimi üşütmemem için, denize girmeyi yasaklayıverdi doktor. Kraldan çok kralcı ruhum, denizden sakım sakım sakladı bedenimi, üstelik deniz kenarında yaşıyorken. Ama yine de denize düşmekten kurtulamadım. Yaralı bir balığa düzgün yüzmeyi öğretmeye çalışırken, tutunmaya çalışan elim teknenin ipini ıskalayınca denize düşüp kıza sarıldım. Denizkızı "böbrek mafyasının" adamı çıkınca eve koştum.

Bir gün de sahilleri zehirli denizanaları basmıştı. Deniz gözlüğü ile onları iskeleden toplayıp karaya çıkarıyor, tuzsuz pelte yapıyordum. Derken nereden aklıma geldiyse gözlüğü takıverdim. Organ mafyasının anasının hışmına uğramayayım mı? Anlaşılan geçen yılkı kahpe denizkızı ona benden bahsetmişti. Yüzümü ısırdı soyka!

Twilight Kuzu

Genelde kurbanlıklarımızı kuzuyken alır 3-4 ay beslerdik. Bir seferinde sonbahar aylarında verecek taze ot kalmadığından bahçedeki dut ağacına tırmanır yapraklarını sıyırıyordum. Bir köpek sadakatindeki kuzum, yapraklarla ilgilenmez fazla samimi olduğumuz için peşimden koşardı. Yine sıyırmış (kafayı değil yaprakları, aklınız nerde?) aşağıya atlayacaktım ki, ayaklarımı uzattığımda kuzum tam atlayacağım yere geldi. Onu ezmemek için son anda rotayı 30 derece sağa kırıp, kırık bir şişenin dibine atlamayı başardım. Ben ayağımı tutup seke seke dolanırken, kuzum kanlarımı yalamakla meşguldü. Komikliğin bu kadarı fazla deyip kurbanda kestik.




Bademcik, Cevizcik ve Fındıkçık

Herkeste 2 bademcik varmış, ama benimkiler hain ve sinsiymiş. Böbreklerime fitne sokan onlarmış. Doktor aldır, kurtul dedi. Haklıydı adam. Bademciklerimin babası kimdi onu bile bilmiyordum. Gerçi oral seksten hamile kalınmayacağını yazıyordu Haydar Dümen ama bu pekala bir dümen olabilirdi. Aldırmaya karar verdim.

Ceviz büyüklüğünde bir leke oluştu yüzümde. Ekzama dedi doktor. Merhem verdi. Bir bok olmadı. Zaten bademcikleri de boş yere aldırmıştım, şimdi okulu bitirmiş doktor olup bana bakacaklardı. Ekzamamı okutup büyük adam etmeye karar verdim. Annem mahalle mektebine yazdırdı, babamsa... pardon bu benim hikayem değil. Okuyucu bir kafa bulduk. Harddiskimi okuyabiliyor ama kayıt yapamıyordu. Bu nur yüzlü teyze 40 gün boyunca bir arpa okuyup, ekzamamı okşadı. Sapık mı ne? Okşaya okşaya boşalttı sonunda içindeki cevizi. 40. günün sonunda ekzamam uçmuş, 11 gün 11 gece, ya da 9,5 hafta filmindeki gibi orgazmı tatmıştım. Eğreti Gelinimi öpüp ergenliğe yelken açtım.

Eğreti Gelinden aldığım taktiklerle okul bahçesinde kız kovalamaya başladım. Kovaladığım kız akibetini anladığından kaçabileceği en stratejik üsse yöneldi: kızlar tuvaletine. Ani bir fren fayda etmedi ve 20 dikişin yanında fındık büyüklüğündeki yarıktan beynim pipisini gösterdi. Artık alenen sırıtmaktansa, pipisini göstererek ironi yapabilecek kadar gelişmişti.

E yeter ama, bütün özel sırlarımı öğrendiniz. Gösteri bitti, hadi dağılın!




23 Kasım 2009 Pazartesi

GÜNÜN SÖZÜ

Abartacak bir şey yok, ölmüşüz. Bir onur giymiş çıkmış deri niyetine kemiklerimiz. Bir durak kala inmiş hevesimiz kursağımıza. Yaşam kirlenmiş, yıkamışız çekmiş. Meğer yaşamak, ayağını yaşama göre uzatabilmekmiş.

Not: istek geldi günün sözü için, tşk WT.

Müjde!


Dün alışverişe çıktım. Kendim için değil. Sadece sizin için. Şu meşhur İstinye Park'tan sizin için (ama kendime) noktalar, ünlemler, kesme işaretleri ve virgüller aldım. Artık, beni daha iyi anlayacaksınız. Hâlâ anlamıyorsanız, alıcınızın ayarlarıyla oynayın!

Evet! Şimdi nereden başlayalım? Kendimi ifade yöntemlerinden bahsetmek istiyorum biraz. Kendimi birey olarak hissetmeye başladığım yıllarda masanın üzerine çıkarılıp "Dol karabakır dol!" eşliğinde, Ayşecik gibi yandan yandan göbek atarak alkışlara alıştırıldım. (O alkış, belki kendimi dans ederek ifade etmek, kabullendirme konusunda savunma mekanizması gibi kaldı üstümde) İnsanların ilgisi üzerimden eksilmesin diye belki taklitçi bir yanımın olduğunu da keşfetmiştim. Artık alkolik bir yakınımızın götürdüğü "aç aç" dansözünü taklit edebiliyor, filmlerdeki gibi şarkılar söyleyebiliyordum.

Sonra sanırım annem ve ablamın güzel resim yapmasını kıskandığımdan hayatıma resim girdi. Artık, bir eşeği nalları da dahil çizdiğimde bana 5 yaşından daha da büyükmüşüm gibi bakıyorlardı. Resim maceram beni orta ve lise öğrenimim boyunca da gözde yaptı. Ablama veya anneme çizdirdiğim bir figürü yalan söyleyemediğim için öğretmenime söylemek gururuma dokunduğundan kendimi daha da zorladım. Bando takımında olan ablamın flütünden kendiliğimden herşeyi çalabiliyor olmak ise müziğin ruhu tamamlayıcı yanıyla tanıştırdı beni.

İlkokulu başarı ile tamamlasam da okul birinciliğinde adım geçmiyordu. Ama yaratıcılığımı kullandığım tüm alanlarda adımın geçmesi beni fazlasıyla mutlu ediyordu. Okul gazetesinde makalemi veya resmimi görmek gibi. Yaz tatillerinde ise çamur ve kumlarla heykele transfer olmuş doktoramı yapıyordum:)

Ortaokulun başında eğitsel kollarda tiyatro bölümüne iten neydi bilmiyorum ama Türkçe öğretmenimden "beni Kimse Anlamıyor" adında bir oyun için başrol teklifi almış, ayrı bir dünyaya adım atmıştım. Bunu sene sonlarında okuldaki 20 öğretmeni taklit etmeler izledi. Derken senaryolar yazmaya başladım. Başroller ise yeteneğimden dolayı karakter rollerine kaydı. Dedeler, köyün delisi, kimsesiz çocuklar gibi riskli roller beni bekliyordu. Sahneye çıktığım anda oyunun havası değişiyor, alkışlar alıyordum. Ama komik bir rolle benimseyen halk, dramatik bir rolde yaşlı rolünde çıkınca makaraları koyuveriyor, bu beni oldukça üzüyordu.

Bu arada yarışma icabı da olsa şiir ve kompozisyonları görmezden gelemezdim. Ya birincilik ya ikincilik beni bekliyordu. Böylece kendimi ifade edebileceğim yeni alanlar bulmuştum. Okul korosu ve folklör ekibine girmemle birlikte, öğretmenler gecesi, mezuniyet baloları gibi özel gecelerde sunucu olarak açıyor, koroda şarkı söylüyor,folklör oynuyor, şiir ödülümü kabul ediyor, başrol oynuyor ve sahne hazırlıkları sırasında taklitler ve monologlarla araları dolduruyordum. Bir bavul aksesuarla gittiğim kuliste kanter içinde kalmak beni mutlu ediyordu.

Yaptğım taklitler 40'ı buluyordu. Bu özellikler ise okul partilerinin de demirbaşı olmamı sağlıyordu. Ama kızlar onları eğlendirmem dışında, ucubeymişim gibi uzak duruyorlardı. (Hani kadınlar komik erkeklere bayılırdı:)))

Derken bağlama kursunun açılmasına elbette ki uzak kalamazdım. Onu da bilezik olarak koluma takıp yeni hedeflere çoktan yelken açmıştım. Okulun en çok kitap okuyanı olmak adına haftasonları ve tatillerde çantalar dolusu kitapla eve gidiyor, apayrı bir dünyaya adım atıyordum. Yaşıma göre ağır da olsa Balzaclar, Emile Zolalar, Peyami Safalar beni romantik, idealist ve aç ruhumu doyurmuyor, salata gibi iştahımı açıyorlardı.

Böylece lise yıllarımın sonlarına geldiğimde, güzel sanatlar resim bölümü veya konservatuar tiyatro bölümü için fazlasıyla hazırdım. Ama kahretsin ki o yıllarda ressamlık veya tiyatro sanatçılığı bir "meslek" (!) bile kabul edilmiyordu. Annem, yapacağım ciddi(!) tercihleri tutturamazsam ön kayıtla o okullara kayıt yaptırabileceğime ikna ederek konuyu kapattı. Kahretsin ki çok iyi bir öğrenciydim, dersaneye bile gitmeden Türkiye'nin en değerli okulunda ekonomi konusunda bir bölüm kazandım.

İyi de ben ekonomiden, muhasebeden, politikadan nefret ediyordum. Yaşıtlarım olan erkeklerin hoşlandığı sigaradan, içkiden ve futboldan nefret ediyordum. Spor deyince bir parantez daha açalım.

İlkokul dörtte yaptığım bir mahalle maçında böbreklerimi üşütünce ciddi bir hastalık beni spordan, sokaklarda oynayan hemcinslerimden epey bir uzak tuttu. Lise 1'de raporlu durumum sona erince artık oyun kurallarından bihaberdim. Ve toplu sporlarda izlenmek veya eleştirilmek beni çok tedirgin ediyordu. Ama yüzme konusunda hala çok iyiydim. Beni rahatlatan bir yanı vardı ve vücudumun şekillenmesine de çok çok katkısı oldu.

Sonra üniversiteye gittiğimde herşey bir anda durdu.İçime kapandım. Kendimi ifade etme konusunda sınıfta kalmıştım. Bir tek arkadaşım vardı artık: sinema! Haftada 5-6 film izliyor, CSO konserlerini ve devlet tiyatrolarını da kaçırmıyordum. PASO gibi mükemmel bir maymuncuk bana sinemanın büyülü dünyasını aralamıştı.

Yağmurlu bir günde grubumdaki arkadaşlarıma o yılların gözde grubu 5 yıl önce 10 yıl sonra'sının aynı adlı albümünü ezbere söylerken başka okuldan bir çocuktan barlarda birlikte şarkı söyleme teklifi aldım. Ah aptal kafam, ah ödlek yanım! Çok pişmanım.

Yurtta ise DTCF'nin tiyatro bölümündeki bir arkadaşımla tiyatro grubu kurmaya karar vermiştik. Ama yanlış hatırlamıyorsam çocuk anlaştığı belediyenin prova salonunu ayarlayamayınca maceramız başlayamadan bitti.

Üniversite sonrasını da yarına bırakalım. Fotoğrafçılık, klavye, Müjdat Gezen Sanat Merkezi maceram, öykü yazarlığı, Photoshop tarzı programlar... AZ SONRA! Beni izlemeye devam edin. Ya da siz bilirsiniz.

PS: Tüm bunlardan sonra kendimi hiçbir şey olamamış çok şey gibi görüyorum:(

22 Kasım 2009 Pazar

BULUT ÇOCUKLARI




bizdik insandık vardık en çok yarım adamdık
yağmur yağdı biz bu/Lut'tan ıslandık
hamdık piştik elhamdülillahtık
hepimiz uzun bir ahhhhtık

bizdik kışt demeyen tavuğunuza
yolumuzdan geçenlere gül atardık
neden neden böyle yandık
bir yoktuk bir vardık
biz ne güzel masaldık

bizdik kardeşiniz yeğeniniz oğlunuz
gökkuşağında morötesi olaydık
olaydık da sağ olaydık
töreniz sizden utansın

bizdik insandık vardık
af'ola dağınızda kardelen açtık

19 Kasım 2009 Perşembe

günün sözü

sağ kulağım sağlığıma, sol kulağım bolluğuma, orta kulağım iltihaba...

statcounter sonuçlarım(çok eğleniceez)

Geldik en sevdiğim bölümeee: bu bloga milletin yolu nasıl düşmüş

11.11% odaya soğan: lem ne soğan meraklısı milletsiniz zaten siz zeytini de çekirdeğiyle yutmuştunuz, benim bloguma geleceğinize manava gidin:))

7.41% altınaramak: Alaah Allaaah! hala vahşi batıdaki gibi altın arayan mı var ki internetten nasıl altın aranır diye merak ediyosunuz

7.41% böyle bir aşk görülmedi sevdiğim: bu ne yaa? bi şarkı sözü mü şiir mi? cahilim affedin

7.41% Ne duyduklarıma inandılar,ne gördüklerime.Onlar inanmadıkça ben hırçınlaştım;ben hırç%C : bu kadar uzun bi cümle aranır mı be internette, güzin abla mı bu? yormayın google'ımı bakiim

3.70% ALTIN ARAMAK: küçük harfle aradın çıkmadı, şimdi de büyük harflemi arıyosun?

3.70% bir aşk vardı canı sıkılan: ee nooldu? öldü mü zavallı?

3.70% kendimi yarım hissediyorum sanırım kopuyor içimden artık : walla size arama yapmayı ööreticeem, bööle uzun uzun cümleler sheakespeare sonelerinde yok bea!

3.70% soppho vip-file.com: hadi bu garip siteyi aradınız, benim bloga nası geldiniz ki? ben soppo neyin bilmiyom gurban

3.70% sen hic farketmeden kalp kirmadinmi: hah! aferin doğru adrese geldiniz. ama bende şarkı sözleri yok:(

3.70% Bütün solaki ve salaki tilkiler: bunu ben de aratiim en kısa zamanda merak şeettim bak!

3.70% domuz kadn ormanda sikiyo: ay bu ne! ne zannediyosunuz lan siz benim blogu? Allah sizi domuz etsin e mi:)))))))))))

3.70% basit ciddi bilgiden sikilan: hah işte ben bu adamları bekliyorum. bu süzme kesim hedef kitlem. kitliim size mutlu zümrem benim. kahve yapiim fal bakiim size, durun gitmeyin!

3.70% üzgün üzgün: bu depresif arkadaşlar için depresyondayım şarkısını fon müziği yapıcaam, canlarım benim!

3.70% Söylüyorum; Herkesi aldatabilirim; ama kendime dönünce titriyorum. Beyefendi gibi sevebilirim%: kim etmiş bu lafı bak takdir ettim

3.70% falih rıfkı atay günlüğü: hah okuyan uslarım benim. gelin paylaşalım okuduklarımızı, günlüklerimizi gösterelim, benim günlüğümü okuyun!

3.70% Çeşm-i Bülbül dizi müzik: bu aramada şok olacağınız bi resim sizi bekliyo ona göre:))
3.70% her odaya soğan: yeter lan soğan kokuttunuz bi issktirin gidin:)

3.70% bir escinselin gunlugu hikaye: hımm canı fantazi isteyen gizli eşcinseller bunlar sanırım. ben biseksüelim uyar mı? telim: 9009009888

3.70% güçlü görünenler en çok korunmaya ihtiyac olanlardır: bunu bilmiyo muydunuz ki?

3.70% köçekler: okuyalım öörenelim, doğru adrestesiniz korkmayın

3.70% "isim ve burç": ben burçla ilgili bişi yazmadım boşuna geldiniz, çorap hurcu konusunda yazmayı düşünüyuom ama, uyar mı?

3.70% herseyden sıkılan bi arkadaşa neler tavsiye edebilirim: BLOGUMU! Google kedi olalı ilk kez fare tuttu bak!


SİRKE DAVET

balancier Pictures, Images and Photos
RESMİ TIKLAYIN

hazır mısınız?


O ZAMAN BUYRUN RESMİ TIKLAYIN

13 Kasım 2009 Cuma

hüyoop


hastayım diyom yaw ölsem kimsenin umurunda diil neyse yarın işe gidiyorum hadi gözünüz aydın domuz gribi diilmişim domuz gibimişim görürsünüz siz fırtına gibi esiceem

laptopum kırıldı tamire götürdüm astarı yüzünden pahalıymış

haa bu arada yeni bi film izledim: MOON bilim kurgu çok beğendim eğerilginizi çekerse ay, astronotlar, klonlama filan izleyin öööle olağanüstü efektler ve kalabalık bi kadro beklemeyin ama

heey blog sen bilmiyosun nihayet spor salonu ve yüzme havuzunu hayatımıza soktuk düzenli olarak yani umarım bişii çıkmaz pek gelen giden yok ama bugün yakışıklı ve yapılı bi çocuk geldi soyunma odasına yüzücü tipi vardı, kıskanmadım diil vücudunu neyseki hastalık nedeniyle 2 kilo vermiş gibi hissediyorum umarım sporla da devamı gelir

şimdilik bu kadar hadi bye

10 Kasım 2009 Salı

Hastayım

Domuz gribi miyim diye doktora gidiyorum 2 gün yokum
2 gün sonra yeni bi entry girmezsem korkun ben sizden önce korktum

Günün Sözü


Türk insanı para gibidir;
Işığa tut, içinde Atatürk yoksa sahtedir.


şimdi düştü mail kutuma:)

Vay Canına

EŞLERİMİZLE AYRI YATALIM
Köy muhtarı Erol Boz, soruna çözüm bulamayınca cami minaresinden hoparlörle "Değerli vatandaşlarım, köyümüz yaklaşık bir aydır su sıkıntısı yaşamaktadır. Suyumuz ile ilgili davayı maalesef kaybettik. Bildiğiniz gibi her şey suyla oluyor. Yani eşlerimizden ayrı yatalım. Cinsel hayatımız sona ermiştir. " dedi.
Susuzluğa mı cinsel hayata mı vurgu yapmış alamadım
DOLGUN KADIN İYİ SEVİŞİR
İngiltere'de yapılan bir araştırmaya göre dolgun fiziğe sahip olan kadınların daha iyi seviştiği belirlendi.
Ne kadar dolgun diye sorarlar adama ama
HER KADININ RÜYASINDA AYNI ERKEK
2006’da bir kadının ‘her gece rüyama giriyor’ diyerek robot resmini yaptırıp psikiyatristinin masasında bıraktığı yüzü gören başka bir hasta da bu adamı sıkça rüyasında gördüğünü söyledi.
vay canına sayın seyirciler gerçekten vay canına

9 Kasım 2009 Pazartesi

Hal ile Berry

Ne dersiniz? Sezen Aksu'yu karartsak bi Halle Berry çıkmaz mı?


Hal:




Berry:

bıyıklı,evli ve ...

erken gitmiştik düğüne ümraniyede bir düğün salonu heryanda plastik çiçeklerden yapılmış süslemeler devasa boyutlarda nikah koltukları falan yeni bir salon ama yavan

erken gitmenin verdiği gözlemleme fırsatını kaçırır mıyım? bizden hemen sonra içeriye davulcu gırnatacı ve iki adam girip dipte köşe bir masaya yerleştiler -bu arada davetliler de birer ikişer gelmeye başladı- doğrusu ya bizim kadar bu adamlarla ilgilenen yoktu ve ben diğer insanların ilgisizliğinin nedenini merak ediyordum

adamlardan bi kısmı bıyıklıydı hepsi beyaz gömlek ve siyah yelek siyah pantolon siyah rugan iskarpin giymişlerdi o iki adamın ise fazladan etekleri vardı, bol fırfırlı kırmızı üzeri çiçekli bellerindeki kuşağın önünde de rengarenk püskülleri

doğrusu ya sadece düğün sahibinin düğün sonunda hoşluk olsun diye çağırdıklarını sanmıştım -yanılmışım- köçekler çok geçmeden piste çıktılar ve şovlarına başladılar aralarına bir de 70 yaşlarında bir adam katıldı

o anda anladım ki bu bir gelenekti köçekler Kastamonu düğünlerinin vazgeçilmeziydi hele ki bugün google'a girip de köçekler konusunda derin araştırmalarımı yapınca iş ortaya çıktı

adamların hiç de kadınsı halleri yoktu ve birinin elinde nikah yüzüğü de vardı işlerini yaparken de çok ciddiydiler

resimleri işin sürprizini bozmamak için sona ekliyorum



bu haftasonu izlediğim bi film yok ama yeni bir kitaba başladım: kontratak




6 Kasım 2009 Cuma

sen hiç farketmeden kalp kırmadın mı?


dün bir yanlış anlamayla kalp kırdım özür diledim umarım özürüm kabul olmuştur çünkü şöyle bir laf vardır "dal rüzgarı affetmiş ama kırılmış bir kere" bir de derler ki "insan ney gibi 9 boğummuş, ağzından laf çıkmadan önce her boğumda tartmalıymış"


bu arada eski bir dostum da hiç beklemediğim anda mesaj attı bana ve kaldığımız yerden devam edebildiğimizi gördüm -demek yatağı sıcak tutacak bir şey verebilmişiz nefesimizden-


"asıl gerçek oldum olası gerçekdışıdır" demiş Kafka ne güzel demiş platonik aşklarımdan sözederken evli değil misin sen diyen sorusuyla karşılaşmıştım, hepimiz platoniğiz, hepimiz biseksüeliz, sadece diğer cinsiyetimizi daha geriye iteriz


küçük bir öykü şimdi de kabuk üzerine


KABUKLU
21 yüzyıllık “cüzzamlı, aidsli ve eşcinsel bakışları” vazoya koydum. Üstelik en yakınlarımın... Bu “çirkin ve naylon çiçekler” cahil kokularıyla korkunç zavallıydılar.

Hiç çıkarmayacaktım -onlara inat- ama ilk gündü ve sağa yatmaya alışkın olduğumdan canımı acıtmıştı. Çıkarıp, komidine koydum küpemi.


3 Kasım 2009 Salı

Veda Vakti


vedam bloguma dair değil korkmayın genç bir moda fotoğrafçısının sevdiklerine insanlığa ve yarınlarına vedası/isyanı/pişmanlığı/telaşı ve dahası...

duymayı en son dilediğiniz türden bi kehanet yapışınca yakasına çaresizliğinin girdabına çekiyor ağdalamadan duygu sömürüsü yapmadan film adeta dadaist bi şiir

sanki savunma kalkanını açar gibi sevdiklerini yerleştirip uğurluyor kağıttan kayıklara bir bir



kendisi ise Jeanne Moureau/babaannesinin limanına sığınıyor cenin gibi öyle ki uykusuzluğun denizinde ondan yardım dilerken babaannesi şöyle diyor iyi ama ben çıplak yatarım, olsun ben bakmam ve öncesinde niye sadece bana söyledin öleceğini diyor sen de benim gibi ölmeye yakınsın da ondan diyor adam
adam içine içine çekiliyor salyangoz gibi ve önüne çıkan hoş bir sürpriz çaresizliğinden çekip çıkarıyor huzurla ölmenin bayrağını çekiyor gönderine

zaman zaman keskin sahnelerle tokatlıyor film homofobik kalp gözü kapalı beyinleri ama derinden derinden kusuyor acı safrasını: öleceğinizi öğrenseniz siz ne yapardınız?

oysa "dalgıç ve kelebek" filminde bambaşka bir dirim savaşına tanık oluruz, tek gözünden başka yaşamla bağı olmayan bir adamın iletişim kurma ve inanılmaz ama kitap yazma becerisi üstelik gerçek hayattan bir yansıma olan filmden öğrendiğimize göre kitabını ve aldığı ödülü göremeden ölmesi
film 2 ileri 1 geri ilerlerken üstelik adamın tek gözünden, onun içinde olmanın verdiği hazza hiç bir orgazm ulaşamaz çünkü empatinin dibini kaşıklarken ham gerçeğin acı tadını hissederiz
ilk filmde hayatın etine bir bebekle tırmak batıran ölüm ikinci anlattığım filmde bir kitap olup kaybolur sonsuzluğumuzda
ikisini de şiddetle tavsiye ederim çünkü ikisi de canevimde görsel şiir
not: Veda Vakti, François Ozon’un ölüm üçlemesi adını verdiği serinin ikinci filmi

2 Kasım 2009 Pazartesi

haftasonumdan size ne?


dolu bir haftasonu geçirdim -ütülerle dolu- hehe

ama bol bol film de seyrettim derken cumartesi akşamı çoktandır bozuk olan laptopum artık tamamen göstermez oldu bir şey çok moralim bozuldu sevdiğim arkadaşımla yazışamayacak film izleyemeyecektim üzücü evet ama bi yer bulup yaptıracağım umarım çok pahalıya malolmaz

bloguma baktım da giderek edebi bi blog olmaya doğru gidiyo kendime hakim olmam lazım bu blogun amacı bu değildi ama naaapim kasmıyorum onları da eklemek lazımdı

kimseler okumuyor blogumu kimseler yorum yazmıyor giderek yazma şevkimi kaybediyorum milletin blogları yorum dolu acaba gidip bi kaç yorum mu çalsam:) izlediğim en az 15 blog var çoğu benden bihaber oysa insan yalnız olmadığını benzer hislere sahip isimsiz dostlardan yorum almayı bekliyor -yaw ben ne zaman cool olabiliceem?-

neyse son seyrettiğim filmlerden birinden bahsedeyim: Jumper şimdi burada yakışıklı bi abimiz var -gözdelerimden biri Hayden Christensen- bööle zamanda oraya buraya kolayca zıplıyo ne güsel:) hep yapmak istediğim şey aynı boş oda dizisindeki gibi -ama tabiii nerde ööle 3 kuruşa 5 köfte- kötü amcalar peşine takılıyo bla bla blaaa...

şimdi filmden accuk arak yapalım da gösünüs şenlensin

bu arada yeni bi izleyici kazandım şu an: çok tşk noneless "bak senin için arka planımı bile değiştiriyom"